13 Şubat 2013 Çarşamba

Taraf olmak ya da Olmamak… İşte bütün mesele…

Taraf olmak ya da Olmamak… İşte bütün mesele… -  İsmail Barış Özpazarcık  

Hayatın içinde yaşarken; "taraf" olmadan duramıyorsun öyle mi?

Bir şeylere karşı taraf olmak fena halde çekici gözüküyor.

Çünkü savunuyorsun, ateşleniyorsun, dalgalanıyorsun, coşuyorsun, köpürüyorsun…
Bu iniş çıkışlı duygu durumlarını pek seviyorsun.

Dünyanın tek pencere var; o da senin penceren öyle mi?

Senin görüş açının dışında kalan her şeye kepek kapatman bundan.

Senin kapattığın kepenklerin, yüreğini de kilitliyor, farkında mısın?

Sana kızardım eskiden. Anladım ki, bu kızgınlık beni senden daha da uzaklaştırıyor.

Sormadan da edemiyorum yine de: Sen bu dünyanın bir parçasıysan, diğer pencerelerin olmadan nefes alabilir misin?

Kendi dünyanı temizlemeden, dünyanın çöpünü temizleyebilir misin?

Dünya kadar pencerenin biri sende… Aç bak, ne göreceksin: Dünya kadar manzara… Dünya kadar duygu… Dünya kadar acı… Dünya kadar sevinç…

Çünkü her şey, her şeyle iç içe.

Çünkü yaşam, 360 derece…

Sadece kendimize ait dünyamızdan bakıyorsak, görebildiklerimiz sınırlıdır.

Bakmak, görmek değildir. Görebilmek için, bütüne dahil olarak bakmayı bilmek gerekir.

Bütünden kendini kopardığın anda, sana ait zihni her şey zannedersin.

Bu, elindeki üç-beş puzzle parçasını, o oyunun bütünü olduğunu iddia etmek gibidir. Oysa o Puzzle’ın 99 parçası vardır.

Sen bir puzzle oyununun içindesin. Elindeki puzzle’ları her şey zannediyorsun.

Belki de bu yüzden, her şey yaşanıp bittikten sonra, hatalarını gerçekten görebiliyorsun.

“Zannetmiştim ki…” diyorsun.

Hayat da sana,”her şey zannettiğin gibi değilmiş, kabul et!” diyor.

“Tamam pekiyi, teslim oldum diyebiliyor musun? Yanlışlarından öğrendiklerini yanına alıp, geri kalanı geride bırakabiliyor mıusun?


İşin kolayına kaçıp yargılayıcı bir tutumla yaşayıp gitmek de mümkün tabii…

Bir şeyleri değiştirmek mi? O da ne? Hangi güçle? Ben yapamam. Kimse de yapamaz. Nokta.

Gelsin şikayetler, gitsin mazeretler…

Giydiğin acizlik kıyafeti, bu bedendeki senden beklenilen değil.

Giydiğin cehalet kostümü ise, bir an once üstünden çıkarıp atman gereken bir aciliyet arz etmekte.

Cehalet kostümünün içindeki parçaları nerede görsen tanırsın:

Kınamak, kötülemek, suçlamak, dışlamak, ötekileştirmek, fanatikleşmek, radikalleşmek…


Kendi "taraf"ımızdan bakınca her şey berbat olabilir...
Ya da tam tersi, günlük güneşlik gözükebilir.

Fakat asıl olan, tüm tarafların "bizim" olması… Bize ait olması…

Kendi dünyam, iki göz bir zihin olursa; yaşam mucize olmaktan uzaklaşmaz mı?

Benim dünyam, tüm insan kardeşlerimin dünyası ile bir olursa, öz ve öz bizim olmaz mı?..


Hayat, Tanrı, Allah, Evren… ne derseniz deyin; bizden "taraf" olma halimizi aşmamızı istiyor.
Kendini yaşamın içinde  öyle bir var et ki; kendi nefsini unutabilen nefis bir insan ol…

Kendini öyle bir biçimde ifade et ki, ifade ettiğin aslında hepimizin özündeki o iyilik ve güzellik olsun.

Kendini öyle bir gerçekleştir ki, gerçek olan özünden gelen bilgelik olsun.

Bununla birlikte... Bir yanının “Taraf” oyununu sevdiğini de hatırla. Çünkü o yanın seninle birlikte hayatını sürdürüyor.

“Taraf” olmaya, “radikalleşmeye”, ötekileştirmeye, seni farklılaştırmaya bayılıyor.

Diyor ki, “Sen sıradan olmamalısın.”

Evet, diyorsun, “Diğerlerinden başkayım zaten…”

“Diğerleri ve sen, “ diyor, bölüyor…

“BEN…” diyorsun, kudretini, azametini göstermek istercesine…

Ve her “BEN” dediğinde, biraz daha küçülüyorsun…

Oysa sen büyümek istiyorsun değil mi?

Büyümen için, içindeki o çocuğun saflığına dönmen gerekli.

Ne kadar küçülebiliyorsan o kadar arınıyorsun. Ne kadar arınıyorsan o kadar büyüyorsun.

İçinde bir yerlerde saklı olan o çocuk, senin en değerli öğretmenin. Ve sen onu bulup kendine yol arkadaşı yapmak durumundasın.

Yaşamda yol alman ve hatta hayatta kalman, onunla buluşabilmenle ilgili.

O’nu bulmak mı istiyorsun?

O’na kulak ver.

Şunu fısıldıyor: Yar-gı-la-ma-yı -bı-rak!...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder