24 Aralık 2012 Pazartesi

Koçluk Süreci Ve Ben

Koçluk Süreci Ve Ben -  Melike Akçora  20/12/2012

Hayat denilen serüvende bir yolculuğa çıkmıştım. Yol, engebeli ve yorucuydu. Zihnim hiçbir şeyin düzelmeyeceği ile ilgili olumsuz düşüncelerle meşguldü. Kimseye güvenmemem gerektiğine inanan genellemeler, beynimin içini kemiriyordu. Karşımdaki kişilerin bana taktıklarına dair inancım ve aramızın düzelmeyeceğine dair genellemelerle kendimi yiyip bitiriyordum. İşimle, arkadaşlarımla, ailemle ilgili sıkıntıların devam edeceği ve daha kötüye gideceği ile ilgili olumsuz senaryolara inanıyor ve bu inanca göre davranıyordum. Hayatla ilgili endişe ve kaygılarım yüksekti. Evdekiler bir taraftan, öğrencilerim bir taraftan, veliler, okul yönetimi bir taraftan bu düşüncemi desteliyordu. Özellikle yapılacak okuma bayramı ile ilgili her şey yolunda gidecek mi kaygısı beni paniğe sürüklüyor, doğru olsun diye uğraştıkça yanlış yapıyordum.
Çıktığım bu yolculukta kendimi iyice tükenmiş hissettiğim bir noktada bir mucizeyle karşılaştım. Ev arkadaşım AİLE VE ÖĞRENCİ KOÇLUĞU EĞİTİMİ’ ne katılacağını söyledi ve daha tanımını bilmeden içimden bir ses sen de gitmelisin dedi. Hiç düşünmeden gece adımı yazdırdım ve ertesi gün başladım. Bu gerçekten bir mucizeydi. Eğitim devam ettiği süreçte karşımdaki kişilerle iletişimim düzelmeye ve uyumlu bir hal almaya başladı. İnsanları dinlerken artık tüm algılarımı kullandığımı fark ettim. Yaşadığım durumları artık kayıtsızca kabul etmek yerine sorularla nedenini sorgulamaya başladım. Olaylara olumlu bakış açısı geliştirmek, kendimi kontrol edebilmek ve sonucun iyi olacağına odaklanmanın pozitif sonuç getirdiğini görmek yapılan uygulamaların doğruluğuna olan inancımı her geçen gün daha da arttırdı. En güzeli de önceden önyargıyla yaklaştığım kişilere nötr ve önyargısız bir iletişim kurmaktı. Kendim bir işe kalkışmadan eylem adımlarımı planlar ve bunları uygular bir hal aldım.
Evet, eğitime başlamadan önce zihnim kişileri ve olayları kurgusal düzlemde yaşıyordu. Daha sonra arkadaşlarımla ve hocamla yaptığımız uygulamalarla bu düşünceleri adım adım akılcıl ve bütünsel düzleme taşımaya başladık. Bunun etkilerini hayatımda görmeye başladığım anda yolculuğumun bundan sonraki aşamalarında çok daha mutlu olacağıma inandım. Gerçekten de mutluydum. Arkadaşlarımla, ailemle ilişkilerim düzelmişti. İş arkadaşlarımla daha uyumlu çalışmaya ve karşılıklı olarak birbirimizi anlamaya başlamıştık.
Hayatımın bu yeni döneminde önce ben arkadaşlarım ve hocamın yardımıyla kaygılarımdan kurtuldum. Şimdi ise yakınlarıma bu amaç doğrultusunda sorularımla çözüme ulaştırıyorum. Kendi hayatımdaki değişiklerin yaşattığı mutlulukla birlikte yakınlarımın bir çıkış yolu bulabileceklerine olan inançlarını arttırmak çok büyük bir haz.

Ben bunu istedim, inandım ve başardım…

Koçum Benim!

Koçum Benim! -  Mehmet Derya Top  21/12/2012
‘’Koçum benim.Sen önden yürü.Kim tutar seni.’’
‘’Koçum şu malzemeleri boşaltıver.’’
‘’Koçum şu buzdolabını sana zahmet 8, kata çıkarıver.’’
‘’Koç gibi adamsın,taşı sıksan suyunu çıkarırsın.’’
‘’Koçlarım benim bu vatan size minnettar kalacak.’’
Bu ve buna benzer birçok güç,kuvvet,fedakarlık gerektiren işlerimizde birisine birşeyler yaptıracak isek bu ifadeleri kullanmazmıyız?
Peki kimdir bu koçlar?
Niye insanlar sırtlarına almak istemedikleri ağırlığı taşımalarını başkalarından talep ederler?Kendileri fedakarlıkta bulunmazken birilerinden fedakarlık talebinde bulunurlar .Bu fedakarlığı isterkende Koçum ifadesini, kullanırlar.
Toplumumuzda insanlar üzerlerindeki birtakım yükleri başkalarına transfer ederek o yüklerden kaçmaktadırlar.Yada kaçtıklarını sanmaktadırlar.Bu kaçıştada en çok kullanılan tanımlamalardan birisi Koçum dur.
Peki biz Yaşam Koçları da toplumun yükünü taşıyan,KHA gelenlerin içinde kalmış sıkıntılarını sırtlayıp onu onun adına taşıyanmıyız?
Öncelikle zihin ekranlarımızı çalıştırıp KHA gelmiş bir danışanımızı hayal edelim.Kafası karışık.Kafasındaki karışıklıkları sizin üzerinize yıkmaya hazır.Sizden onun adına çözüm bulmanızı bekliyor.
Sonra sürprizle karşılaşıyor.Kendi sorunlarının çözümlerinin kendisinde saklı olduğunu öğreniyor.Bunuda kendisinin bulması gerektiğini öğreniyor. Bide üstüne eylem planı yapması gerekliliği ortaya çıkmasın mı!
Eeee hani sen koçumdun benim?Ben yüklerimi sana boşaltacaktım hani?Hani o yükleride sen taşıyacaktın benim yerime?Bide tüm bunların üzerine  para mı vereceğim?
‘’Hadi o zaman koçlarım benim önümüzde zorlu bir yol var .Yürüyelim o yolda kim tutar bizi.’’

20 Aralık 2012 Perşembe

Kişisel kıyamete hazır mısınız?

Kişisel kıyamete hazır mısınız? -  İsmail Barış Özpazarcık  21/12/2012
2012'nin ayak sesleri daha o gelmeden gelmişti... Ve çıkarken, ayak sesleri gümbür gümbür...

Sosyal medya dışında diğer "medya" ailesinden uzakta yaşıyorum. Eski bir gazeteci olarak hazin bir durum:)
Anlıyorum ki, medya da sevmiş bu esrarengiz durumu. Korku diz boyu... Girip çıktığım ortamlarda duyuyorum; 21 Aralık kehaneti, birilerinin gerçekliği olmuş bile...

Biliyorsunuz, yeni çağ dediğimiz bu süreçlerin en öne çıkan yanı, hemen her şeyin "bireyselleşmiş" olması.

Neden?

Yakın zamanları düşünün; o kadar başkalarına odaklı yaşanıyordu ki; birey ortada yoktu. Yeni yeni, "birey" denilen kavram doğdu. Birey tarafını keşfedenler, "ben de varım; benim ihtiyaçlarım, benim beklentilerim var. Kendim için anlamlı bir yaşam istiyorum" demeye başladı.

Bir “farkındalık”tır başladı…

Bu “kendini var etme” arayışı, mutsuzluğu getirdi. Çünkü artık biliyoruz ki, huzursuzluk ve rahatsızlık değişimin kaynağıdır.

Mutsuzluklar neyi anlatıyordu?

Fiziksel hedeflerin, paranın, maddiyatın tek başına işe yaramadığını…

İlişkilerde gerçekten kendimizi ifade edemediğimizi; dolayısıyla birbirimizi anlayamadığımızı, anlaşılamadığımızı…

Zorunluluklarla örülü bir hayattan kendimize hapishane yarattığımızı…

Sevmediğimiz işi yaparken, özel hayatımızda da mutlu, huzurlu olamayacağımızı…

Yaratıcı tarafımızla üretmeden, potansiyelimizi ifade etmeden, gerçek anlamda doyum sağlayamayacağımızı…

Maneviyat eksikliğimizi…

Hepsini üst üste koyun; kişisel kıyametler için en uygun ortamı yaratırsınız.

Ve bunun sonucu olarak, ilişkilerde erezyon başladı, boşanmalar arttı.

Erkek, var gücüyle iş kimliğine tutunmuş yaşarken, kendince oyalanıyordu. İş, o kadar hayatını dolduruyordu ki, başka alanların varlığını anlaması kolay olmuyordu. İş hayatı, para, politika, futbol, kadınlar, cinsellik, arabalar, teknolojik aletler ; erkekler için zihinsel oyuncaklardı.

Kadınsa, anne ve eş kimliğinden başka kimliklerinin varlığını keşfetti. Genç kızlığının ardından okul hayatı, ardından evlilik, evin sorumluluğu, ardından çocuk.. ve çocukle geçen yarı ömür…
Sonra dönüp bakınca hayatına, gördü ki, kendi yoktu.

İşte kıyamet o zaman koptu!

Kadın için kıyamet, kendini unuttuğunu farkettiği gündür.

Erkek için kıyamet, zihin oyunlarının hemen ardından gelen boşluk ve uçurumdur.

Çoculu çiftler için kıyamet, çeşitli olaylar vasıtasıyla çocuklarının onlara bizzat ders verdikleri gündür. Kendi evlatları tarafından önüne getirirlen gündemin altından kalkamadıkları o gün, hem annenin hem de babanın durumu acıların en büyüğüdür.

Çalışanlar için kıyamet; benimseyemedikleri, sevemedikleri bir iş yerinde çalışıyor olmanın işkencesini yaşama ve isyan etme halidir.

Kıyamet, ayağa kalkma günüdür. Ötelenmiş, yok sayılmış, bastırılmış, dikkate alınmamış iç meselelerimizin, bizim tarafımızdan, yine kendi özgür irademizle halledilmesi gereken zamanlardır.

Kişisel kıyamet dediğimiz, zihin oyunlarına tutunan ve değişimi kabul etmeyenlerin, bu yeni süreçte yeni kararlarıyla başbaşa kalma halidir.

Anlıyoruz ki, yeni çağda kıyamet, bireyseldir.

Ben olmadan biz olamadığımız gibi; kendi iç barışını tesis etmeden, dünya barışını tesis edemiyor insan evladı.

Önce kendi varlığımızı doğru düzgün ifade etmeyi öğreneceğiz, sonra “biz” olarak bütünsel alanda buluşacağız.

Önümüzde açılan yeni kapı; bu yeni sürecin habercisidir.

Bu “Aralık”, bizi birbirimize yaklaştıracak olan kapının aralanması; yeni, anlamlı, pozitif enerjilerin aralık olan bu kapıdan akışıdır.
Her nerede ne yaşıyor olursak olalım; bu aralık yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız dönüşüm davetiyesidir.

Davete uyarsınız ya da uymazsınız; fakat daha fazla artık kayıtsız kalamazsınız.

15 Aralık 2012 Cumartesi

Dinlemek

Dinlemek -  Meral Çakır  15/12/2012

İnsanlar çoğunlukla karşısındakine kendi doğrularını , düşüncelerini ifade etmeye ve hatta daha da ileri giderek dayatmaya alışmışlardır. Bu sebepledir ki aralarındaki diyalog bazen yüzeysel, bazen hararetli ve tartışmaya varabilen bir boyuta geçebilmektedir.
Oysa ki yapılması gereken tek şey dinlemek.sadece ve sadece dinlemek.
Karşınızdaki insana konuşması için müsaade etmeniz, onu sadece dinlemeniz bile o kadar çok şey ifade ediyor ki karşınızdaki için.
Siz izin verince karşınızdakine , göreceksiniz ne kadar rahatlayacak ve size içini dökecek.Önyargısız ve can kulağıyla dinlediğinizde gerçek iletişimin adımlarını atmış olacaksınız.çünkü siz ona o an ben seni dinliyorum, senin anlattıklarını olduğu gibi dinliyorum ve ben seni anlıyorum. Senin yaşadıklarını ve düşüncelerini önemsiyorum, sen benim için önemlisin mesajı vermiş oluyorsunuz.
Günümüz insanı genellikle dinlemeyi pek sevmez, hep konuşmak ister , hatta hep o konuşsun herkes onu dinlesin ister. Hepimiz hep konuşmak istersek nasıl iletişim kurabiliriz ki....birilerinin dinlemesi lazım söylediklerimizi.
İşte bu yüzden konuştuklarımızın dinlenmesini istiyorsak, öncelikle biz dinlemeyi öğrenmeliyiz.ama öylesine dinlemek değil, dinliyormuş gibi yaparak değil, can kulağıyla dinlemeyi öğrenmek.
Öyle büyük bir erdemdir ki dinleyebilmek, insana sağlıklı iletişimin, sevilen,sayılan , değer verilen, takdir edilen ve tercih edilen olmanın yollarını açar . İnsanları dinledikçe , sizin de dinlendiğinizi göreceksiniz, kurulan sağlıklı iletişim size mutluluk getirecek.

28 Kasım 2012 Çarşamba

Yoga ve Farkındalık Çalışmaları

Yoga ve Farkındalık Çalışmaları -  Gülseren Aktaş  
Yoga spiritüel anlamda bireysel bilinç ile evrensel bilincin birleşmesini sağlayan bir öğreti.Bu buluşmayı sağlayabilmek ise insanın  farkındalığını artırabilmesiyle mümkün ancak.

Dıştan, fiziksel bedenimizden başlamak en bilindik ve pratik yol. Asanalar  yani yoga duruşları, iç organlarımıza, salgı bezlerimize etki ederek vücudumuzun daha sağlıklı çalışmasını sağlarken aynı zamanda vücudumuzla ilgili farkındalığımızı da artırmakta.Yama ve niyamalar ise farkındalığımızı düşensel  düzlemde artırıyor. Yamalar  negatif enerjimizi atıp enerji kanallarımızı arındırmakta ve biriken enerji, fiziksel  sağlığımızı ardından spırıtüel gelişimimizi sağlamakta.Niyamalar ise olumsuz  eğilimlerimizi gidermek böylece negatif enerjimizi boşaltmak ardından duygu ve düşüncelerini denetim altına alıp zihin üzerinde hakimiyet kurma sürecimizi hazırlamakta.Yama ve niyamaları bir gün boyunca yaşantımızda nasıl uyguladığımız ve yaptığımız veya yapamadığımız her davranış ve eylemi yazıya dökmemiz bizlere eşi bulunmaz bir kaynak sağlıyor.Duygularımızın farkında olabilmek için bir kaynak,eylemlerimizin farkında olabilmek için bir kaynak…

Kendimizle yüzleşmek bazen bir tokat gibi yüzümüze iniyor;bazen de tebessüm ettiriyor bizlere ve bunu dürüstçe yapabilmek paha biçilmez bir deneyim. Ahamkarın  üstelik toplumca da çok desteklenen statü,maddi açıdan güçlü olma isteği,nefis,hırs artık adına başka ne dersek isteklerimizi,arzularımızı tartmak,onları daha doğru anlamlandırabilmek için gerçekten paha biçilmez bir deneyim.Bu deneyimlerin ışığında giderek kendimizin daha farkında olma süreci başlıyor ve eğer bu yolda samimi olarak ilerlemek istiyorsak bunun için ateşli bir çaba içinde olmamız gerekiyor.

Pranayama  yani nefes çalışmaları ise sac ayağının üçüncü halkası.Doğru nefes alarak,tüm fiziksel bedenimiz olumlu etkilenmekte,kalp,dolaşım,sinir sistemi düzene girmektedir.Enerji akışı arıtılmakta farkındalık düzeyi artmaktadır.

Velhasılı farkındalığımızı artırmak ve evrensel bilince ulaşabilmek için yoga mücevher niteliğinde bir uygulama ve bu uygulamalar ruhsal tekamülümüzün hızlanabilmesi için bizlere eşsiz  bir fırsat sunmakta….

26 Kasım 2012 Pazartesi

Hayata Uyanış -  Gözden İçöz 
Hayatınızda umutsuzluğa ve karamsarlığa kapıldığınız olmadı mı? Ağacın rengini, gökyüzünü , “ anı” kaybettiğinizi farketmediniz mi? 
Bugün artık düşüncelerinizden sıyrılmanızın  zamanı.  Gökyüzünü  sizin gibi  karamsar, umutsuz   yağmur bulutları kaplamış. Şiddetli bir yağmur yağıyor karanlığın içinde, şiddetle yağan o yağmur oldunuz. Karanlığı arttıkça , şiddetinizde arttı,  her düşen yağmur damlasında  düşüncelerinizi  boşalttınız, yağmaya devam ettikçe hafiflediniz,  aynı yağmurun havayı hafiflettiği  gibi. Yağmur gitgide azalıp durduğunda ise,  sizde rahatladığınızın farkına vardınız. Bulutların arasından sıyrılan güneşin, ruhunuza işlediğini hissettiniz. Yağmurun ardında bıraktığı toprağın, ağacın kokusunu duydunuz. Her soluk alış da havadaki pranayı içinize taa  yüreğinize çektiniz . Nefes aldıkça enerjinizin ve farkındalığınızın arttığını , Kendinizi fark ettiniz. Önünüzde duran ufacık zeytin ağacının şiddetle yağan yağmur karşısında  direndiğini  gördünüz, yavaşça silkelenişini izlediniz. Her silkelenişinde yapraklarından usulca bıraktığı su damlası oldunuz, toprağa düştünüz. Toprağı, ağacı üzerinde bulunan canlıların nefes alışlarını hissettiniz, bir bütün oldunuz, tazelendiniz.  Tekrar güneşin sıcaklığıyla buhar oldunuz  havaya karıştınız.

Bedeninizi, ruhunuzu ve zihninizi özgür kıldınız. Bir bütünün parçasında yer aldınız.

Aynı yoga da olduğu gibi  beden , zihin ve ruh bütünlüğü içinde kendinize ve çevrenizde olup bitene uyumlandınız, onun bir parçası olarak ahenk içinde yaşamanın farkına vardınız.  Farkındalığa  ulaşdığınızda, “anı”  yaşadınız.  Farkındalığınızı temel yaşam enerjisi  prana ile her solukta içinize çektiniz.
Hayata yeniden uyandınız,  tüm benliğinizle…

7 Kasım 2012 Çarşamba

Beyin Dalgaları (Frekansları) 1 - Özden GEREN


Beyin Dalgaları (Frekansları)-1 -  Özden GEREN  

Koçluk bilgilerinin hepsi birbirinden değerli olmakla beraber; Beyin Dalgaları üzerinde durmak isterim.
Şu bir geçek ki; beynin çalışma şekli tam olarak bilinmemektedir. Bilinenlerin ise, akıllara durgunluk vererek olağan üstü nitelikte işlediğidir. Beynimiz yaşamın hızına yetişmek için durmuyor sürekli çalışıyor. Hayatın döngüsüne yetişemediğindeyse karşımıza mental çöküntü olarak çıkıyor. 
Yaşadığımız dünya ve bizler; belli bir ritim içinde ve belli bir frekans da yaşamaktayız. Her şey kendi kalp atışında sürmektedir. Her şeyin frekansının olduğu evren de, beynimizde bir frekanstan diğerine koşuyor. Yaşadığımız uyku problemleri, yorgunluk, bitkinlik, stres, depresyon, nedeni açıklanamayan sinirsel birçok ağrı beyin frekanslarının sağlıklı bir şekilde yönlendirilememesinden kaynaklanmaktadır. 
Peki, beyin dalgalarımızı ayarlamamız mümkün mü? İstediğimiz anda istediğimiz frekansa geçmemiz o kadar kolay mı?
Evet, beyin dalgalarına egemen olmanız mümkün. Beyin dalgalarını bilinçli olarak istediğimiz yönde değiştirerek kendimizi istediğimiz duygu frekansına çekmek mümkün. Yapmamız gereken şey, o frekansı hissedebilmeyi, duyabilmeyi, her frekansı ayırt edebilmeyi öğrenmek. Beyin dalgalarına egemen olduğunuzda, sinirlenmeyen, aşırı heyecana kapılmayan, zihninizi sürekli yaratıcılık düzeyinde tutan biri haline gelebilirsiniz. Kaslarınızı çalıştırır gibi beyin dalgalarınızı da çalıştırarak zihninizi istediğiniz yönde hareket ettirebilirsiniz. 
Sırrı çözülemeyen beynimiz ise; dört ana dalga boyunda çalışıyor. Bunlar Alpha, Tetha, Delta ve Beta’dır. Hangi duygu ve durumda olduğunuz sizin frekansınızı tespit ediyor. Frekansınız ise, sağlığınızı, dengenizi ve mutluluğunuzu belirliyor. Beyinde ki bu dört ayrı frekans sürekli üretiliyor ama yaşadığınız duygu durumuna göre birisi daha fazlalaşıyor. İşte, beynimizin frekansları ve onu nasıl ayarlayacağımızla ilgili küçük öneriler. 
Beta Frekansı; günlük işlerimizi yaparken girdiğimiz frekans. Aktif öğrenme, uyanık olma, konsantrasyon gibi durumla da ifade edilebilir. Stres, gerginlik, endişe anlarında ise yükselerek kızgınlık, öfke gibi uç duygulara götürür insanı. Uzun süre bu frekansa maruz kalındığın da ise, davranış bozuklukları, nevrozlar, bağımlılıklar görülür insan da. En hızlı dalga boyudur beta. 
Günlük hayatımız da küçük şeylere takılıp öfkeleniyor, hırslanıyor, kıskanıyor, geriliyor, üzülüyoruz. “Şu an öyle öfkeliyim ki” “ondan nefret ediyorum” gibi sözlerle başladığınız an frekansınız baskın beta. Dış uyum ve dünyaya yönelik konsantrasyon için gerekli olan baskın beta, günlük yaşanan olumsuzluklar arttığında beter beta da olabiliyor maalesef. Baskın beta frekansın da olduğunuzu fark ettiniz ve baktınız ki beter bir duygu durumuna girdiniz. Hemen frekansınızı değiştirin. 
İşte size Aheste Alfa. Rahatlığın, sakinliğin, huzurlu kavrayışın frekansı olduğu için Aheste Alfa diyorum bu frekansa. Uykuya geçmek üzere olduğumuz ilk evre de diyebiliriz. Sakin, huzurlu olunan ama asla uyuşukluk yaşanmayan, dünyayı ve gerçekleri algılamada en kuvvetli titreşimlerin olduğu dalga boyudur. Beyin bu dalgadayken rahatlatıcı kimyasallar salgılar. Bu frekans yükseldiğinde ise, süper öğrenme dediğimiz hal meydana gelir. Bir kitaba derin bir şekilde daldığınızda beyniniz alfa dalgasındadır ve öğrenmeniz süperdir. Günlük işlerinizi yaparken yaşadığınız birçok stres karşısında gözlerinizi kapatıp derin bir nefes aldığınız da ahenkli alfadasınız. Elinizde ki iş bitince veya sıkıcı bir toplantıdan çıkıp hava aldığınızda frekansınız yine ahenkli alfa. 
Hangi durumlar da baskın beta frekansına girdiğimizi biliyoruz artık. Baskın betada dozunu artırıp duygu durumumuz beter olduğun da hemen aheste alfaya başvurmak gerekiyor. Alfa frekansına girmenin en kolay yolu, bedeni kasmak sonra gevşetmek ve bu esnada derin nefes alıp vermektir. Nefes alırken vücudu kasarak verirken gevşeterek bir ahenk içinde yapılırsa sonuç muhteşem olur. İçinizden sürekli “Rahatlıyorum, gevşiyorum, sakinim, mutluyum”  gibi cümleler söylerseniz bu dalgaya daha çabuk girersiniz. 
Ahenkli alfa dalgası direkt bilinçaltıyla çalışır. Bu frekansa girdiğinizde yaptığınız olumlamalar, imgelemeler çok önemlidir. Hipnoz anında girilen dalgadır aheste alfa. Tam uykuya dalma anında mutlaka bu frekansa girdiğimizi altını çizerek vurgulamak istiyorum. Onun için başınızı yastığa koyduğunuz anda ki düşüncelerinize dikkat edin diyorum. Hayatımızda yanlış giden bir şeyler varsa bunun en önemli sebeplerinden biri yanlış düşüncelerimizdir. Düşüncelerine yön veren, huzuru ve sakinliği yaşamanın frekansını da öğrendikten sonra daha ileriye gitmek isteyenlere Tılsımlı Tetha’yı öneriyorum. 
Tılsımlı Tetha derin bir şekilde iç dünyamızla olduğumuz andır. Aheste Alfa frekansının bir üst kademesi de diyebiliriz. Ustaca meditasyon yapanlar, ibadet yaparken dış dünyayla bağlantısını kesen ulema ve evliyalar genelde bu dalga boyuna girerler. Sanatsal yeteneklerin tavan yaptığı bu frekansta; birçok ressam, müzisyen, şair kendi iç dünyalarına dönerek muhteşem ilhamlarının göstergesi sanat eserleriyle geri dönerler. Hatta uzun süre bu frekansta kalmayı başaranların şifa yeteneklerinin de geliştiği görülmektedir. Bunun arkasından gelen frekans dalgası ise, Derin Delta’dır. 
Derin Delta, derin uyku hali, bir nevi dünyadan kopuş, bilinçsizlik hali olarak tanımlandığı için derin delta demek istiyorum. Beyin aktivitesinin en düşük olduğu frekanstır. Derin uykuda özellikle çocuklar da büyüme hormonunun salımı için, yetişkinler de ise, yenilenmek, tazelenmek için gereklidir. Yani derin delta beyni dinlendirmek için, tazelemek için şarttır. Düşsüz uyku olarak da tanımlandığından beyni dinginleştiren bir frekanstır. Uykunun en derin saatlerinde bilinçsiz bir zihinle son derece düzensiz yayar bu dalgayı beynimiz. Sağlığımız içinse çok gereklidir, beynimizin vazgeçilmezidir.  
İşte beynimizin dört ana dalga frekansı. Günlük işlerin koşturmasın da baskın betadasınız. Gerginlik, stres, endişe anında tavan yapar baskın beta. Elinize kitabınızı aldınız ve kitaba öyle bir daldınız ki; dalganız aheste alfa. Ve ağır ağır uykunuz geldi, aheste alfanın yoğunluğunu yaşıyorsunuz işte. Uykuya daldınız tılsımlı tetha, uyku derinleşti derin delta. Bu çok basit bir örnekti günlük yaşantımızdan. Aslında o kadar çok geziyoruz ki frekanslar arasın da. Beynimiz sürekli dalgalanıyor aslında. Bazen dinlediğimiz bir müzik eşliğin de tılsımlı tetha da iken, dışarıdan duyduğumuz bir çığlıkla baskın betaya dönebiliyoruz. Derin bir uyku, doğayla iç içe yaşamak, kuş sesleri, dalga sesleri dengemizi sağlıyor. İçten atılan bir kahkaha ritmimizi düzenliyor. Ritim düzenlendikçe beyin, frekans ayarlarını yapıyor, frekans ayarları yapıldıkça dış dünyadan gelenleri kaldırabilme eşiğimiz yükseliyor ve strese karşı bir nevi bağışıklık kazanıyoruz. Dünlerle ve yarınlarla değil, kendinize zaman ayırarak; frekans ayarlarınızı düzenleyip bugünün frekansıyla yaşamanızı diliyorum.
Ve siz hangi frekanstasınız?
Koçluk bilgileri ışığında hayatımızda beyin dalgalarının önemi çok açıktır. Yaşamda dengeli ve sağlıklı bir süreç içinde kalabilmek, Alfa dalgasında kalabilmekten geçiyor.
Öyle ise her birey içsel ve dışsal denge adına kendine şu soruların cevaplarını aramalı: 
-Alfa frekansında daha uzun kalabilmek için başka neler yapabilirim?
-Bu konudaki eylem adımlarım neler olabilir?
-Bunun sürdürebilir hale gelmesi için hangi kaynaklara ihtiyacım var?

31 Ekim 2012 Çarşamba


Yoga'ya Bir Bakış -  Ayseli Demirmen 
Çağlar boyunca istekler çatışmış, arayış sürmüş ve sürmeye devam ediyor. İstekler değişiyor, istekler de evrim geçiriyor, dünün arzuları, zevkleri, üzüntüleri, sevinçleri, arayışları önemini kaybederken, bir başka deyişle evrimini tamamlarken bugünün hikâyesi bambaşka arzular, zevkler ardı ardına koşmaya başlıyor.

 Değişim de değişiyor. Durağanlıkta gelişmeme, yerinde sayma belki de kokuşma var. O halde değişime izin vermeli ki gelişim gelsin, yollar açılsın, kullanılmayan kullanılsın, fark edilmeyen fark edilsin.
Yoga demek; bütünleşmek, birleştirmek demektir. Peki, nasıl olacak?

Farkındalığı fark ederek; bir öğrencimle yaptığımız yoga seansında şöyle söyledi “ Ben çok hareketliyim ama hiç kullanmadığım ne kadar çok kasım varmış. “ Öyle, ne kadar hareketli olsak da, hiç kullanmadığımız, farkında bile olmadığımız pek çok kasımız var. Yogada asana dediğimiz duruşlarla bilmediğimiz alanlara ulaşır, farkında olmadığımız alanları fark ederiz, canlandırır ve hayatımıza dahil ederiz.

19 Ekim 2012 Cuma

Yoga ve Ruhsal Şifa -  Gülseren Aktaş 
Zaman kanatlanıp uçuyor sanki….Hayatımız öylesine tıkış tıkış ki;hep yapılacak işler,hep yaşamın hızına yetişme kaygısı….Zihnimiz öyle meşgul öylesine dolu ki artık ruhlarımıza dokunamaz olduk.Ruhlarımızla temasımızı kestiğimizden ya da yeterince kucaklaşamadığımızdan dolayı içimizde adını koyamadığımız bir boşluk büyüyor.
Günümüz dünyasında özellikle de kentli insanlar boşuna depresyon ilacı içmiyorlar.Depresif insanlar hatta çocuklar….Kendini unutmuş,yolunu unutmuş,varoluş nedenini unutmuş….

Çocuklara dahi sanki şeker verir gibi depresyon ilaçları içiriliyor.Mesleğim icabı çok yakından gözlemlediğim bu durum içimi acıtıyor.İnsanlar yaşamını koşuşturarak geçirirken ruhlarından uzaklaşıyor.Kentli insan  bir de doğadan da uzak,savrulup gidiyor.Acaba nereye?....
Sanki toplu bir çılgınlık hali içersinde insanoğlu ve tabii toplum.İçimize dönebilsek,başkalarının  değil kalbimizin sesini duyabilsek…Yaşamın doğal ritmini yakalayabilsek…Değişecek belki her şey.

Ancak,üstelik de bilinçli olarak verildiğine inandığım uyaranlar ki bu medya kanalıyla,tüketim toplumunun yapısı ile şekillendirilen toplum kuralları ile sağlanıyor;insanın özüne inmesi zor.

İnsanlar mutsuz,doğasından uzaklaşmış,yolunu yitirmiş gibiler.

Ama yogayı yaşamlarına soktukları vakit sanki bir şeyler değişiyor usul usul.

Önce fiziksel sonra ruhsal düzlemde,giderek artan bir ivmeyle…

Kendimizi ve sorularımızın cevaplarını keşfediyoruz.Usul usul ve sağlamca…

Ruhumuza yeniden kavuşma ve barışma sürecine giriyoruz.Usul usul  ve yumuşakça….
Bedenimizi,zihnimizi ve ruhumuzu parçalanmışlıktan kurtarıp yeniden bütünleşiyoruz.Usul usul ve yavaşça….

18 Ekim 2012 Perşembe

Hedeflere İlişkin Güçlü Sorular -  İsmail Barış Özpazarcık 
-Sağlıklı yaşam hedefleriniz neler?
Kısa vadeli hedefler
Uzun vadeli hedefler
Bu konuda başarı için kendinize verdiğiniz taahütler neler?
Nelere "evet" diyorsunuz?
Nelere "hayır" diyorsunuz?

-Bireysel ve ruhsal gelişiminize yönelik hedefleriniz neler?
Kısa vadeli hedefler
Uzun vadeli hedefler
Bu konuda başarı için kendinize verdiğiniz taahütler neler?
Nelere "evet" diyorsunuz?
Nelere "hayır" diyorsunuz?


-Aile konusunda hedefleriniz neler?
Kısa vadeli hedefler
Uzun vadeli hedefler
Bu konuda başarı için kendinize verdiğiniz taahütler neler?
Nelere "evet" diyorsunuz?
Nelere "hayır" diyorsunuz?

-Kariyer konusunda hedefleriniz neler?
Kısa vadeli hedefler
Uzun vadeli hedefler
Bu konuda başarı için kendinize verdiğiniz taahütler neler?
Nelere "evet" diyorsunuz?
Nelere "hayır" diyorsunuz?

-Para konusunda hedefleriniz neler?
Kısa vadeli hedefler
Uzun vadeli hedefler
Bu konuda başarı için kendinize verdiğiniz taahütler neler?
Nelere "evet" diyorsunuz?
Nelere "hayır" diyorsunuz?


-Sosyal yaşam konusunda hedefleriniz neler?
Kısa vadeli hedefler
Uzun vadeli hedefler
Bu konuda başarı için kendinize verdiğiniz taahütler neler?
Nelere "evet" diyorsunuz?
Nelere "hayır" diyorsunuz?

10 Ekim 2012 Çarşamba

Meraklılar - Richard Bach

Meraklılar -  Richard Bach 
Oz krallığı'nı çocukken gezdim, on dört kitabın hepsini okudum. Karakterlere ve maceraların geçtiği efsunlu ülkelere aşık oldum.

"Gerçek mi anne? Oz gerçek mi?"
Bütün anneler gibi yanıtlardı, bazen o tek cümle bir ömür sürerdi: "Yazarın zihninde gerçekti, şimdi de senin zihninde gerçek."
İyi haber-kötü haberle tanışmam o güne rastlar Oz var! (Ama oraya trenle gidilmez.)
O zamanlar zihnimdekileri  nasıl soracağımı bilmediğimden, sonraki yarım yüzyılı sorularımı netleştirmeye çalışarak geçirdim:
Eğer Oz zihnimdeyse, on a zarar verebilirler mi?
Dünya da mı zihnimizde?
Ya kendimizle ilgili gördüklerimiz, sadece düşüncelerimizin bir yansımasıysa?
Düşüncelerimizi değiştirmeye karar verdiğimizde dışarıya ne yansır?
Haritaların ötesindeki ülkelere erken yaşlarda yaptığım o geziler sayesinde bugün olduğum yerdeyim, kötülerle ilgili dramlardan, savaş, kin ve suçla ilgili filmlerden bütün hücrelerim sıkıldı. Eğer ekranda ister kurgu ister gerçek olsun bir cezaevi sahnesi, bir vahşet, bir devasa, görkemli, hayret verici patlama daha izlemek durumunda kalırsam, çıkıp gideceğime ve evreni yeniden inşa etmeye koyulacağıma söz verdim.
-Bum!-
İçinde kötülük, savaş ve suç barındırmayan yeni bir kültür filizlenirse, diye düşündüm bulunduğum yerden ayrılırken, ne olur?
Yıkmak için boşa harcadığımız bunca enerjiyle neler yapılırdı?
En karanlık yanlışları değil de en yüce doğruları seçtiğimiz bir dünyada yaşamak nasıl bir his olurdu, sürekli birbirimizi aşağıya çekmek yerine yüceltmeye çalışsaydık?
Böyle bir uygarlık nasıl başlar, nereye gider?
Böylece meraklılar doğdu, tek bir kişinin hareketiyle yön değiştiren lanetli bir uygarlığın hikayesi.

Richard Bach'ı özleyenler; "Hipnozcu"dan sonra "Meraklılar" romanıyla gerçek bir edebiyat şöleni yaşayacaklar… Yaşasın!…. Richard geri döndü!

8 Ekim 2012 Pazartesi

İçe Dönüş -  Begüm Boduroğlu 
Hayatımızı devam ettirebilmemiz için gerekenlerin farkındayız. Hepimiz yeme-içme, uyuma eylemlerini yerine getiriyoruz. Nefes olmazsa, olmayacağımızı biliyoruz. Bazılarımız bunların yanına sigara ve alkol tüketmeme, düzenli egzersiz yapma gibi alışkanlıkları ekleyerek daha sağlıklı olacağının bilincini taşıyor. Kendimizi daha iyi hissetmek için giyim, kozmetik gibi ihtiyaca yönelik hizmetlerden sonuna kadar yararlanıyoruz.
        Para kazanmak için her gün işimize dört elle sarılıyoruz. Daha çok sevip daha çok sevilmeyi hissetmek içinse sevdiklerimize sarılıyoruz. Öğrenmek için bilgi çağının peşinden, hayata daha sıkı tutunabilmek adına hayallerimizin peşinden gidiyoruz. Zamanı harcamak için daha çok insana, zamanı kaçırmamak içinse daha çok tempoya ihtiyaç duyuyoruz. Kazanıyoruz harcıyoruz, aşık oluyor seviliyoruz; mutluluktan uçarken istemediğimiz şeyler oluyor ve yere düşüveriyoruz. Pes etmiyoruz yine kalkıyoruz, mücadele ediyoruz, yeni şeyler öğreniyoruz, farklılıklar deniyoruz, hoşumuza gitmeyince döngümüze geri dönüyoruz. Peki ya sonra? Bütün bunlar olurken içimizdeki döngünün dişlileri paslanıyor, zedeleniyor, biz anlamadan kırılıveriyor. Ve eskisi gibi dönmüyor. Bazen bunu kısa sürede bazen de çok geç fark ediyoruz. Sonra dışarıdan bedenimizi, cildimizi, zihnimizi besleyen her şeyin bir yere kadar faydalı olduğunu görebiliyoruz. Zihnimizi dolduran onca düşüncenin, bilginin, geçmiş deneyimlerin bizi kısıtladığını yavaş yavaş anlıyoruz. Farkındalık bize yüksek sesle bağırıyor: yaşadığın bu deneyimin adı; İç’e dönüş. Tam da bu noktada bedenimizi ve zihnimizi dışarıdan değil, içeriden beslemeye başlıyoruz. Bu şekilde doyuma daha iyi ulaşabiliyor, şimdiye kadarki doyumsuzluğumuzun sebebinin kendimizi içten beslemeyi ihmal ettiğimiz olduğunu anlıyoruz.
           İçsel yolculukta bize rehberlik edebilecek farklı yöntemler, öğretiler, kitaplar var. Yoga da tarihin en eski kişisel gelişim yöntemi olarak, günümüzde pek çok insanın içindeki sese kulak verebilmesini sağlıyor. Hiçbir baskı ve zorlama içermeden, İç’e doğru yürüdüğümüz bu yolda bize ışık tutuyor; şimdiye kadar engel olarak gördüğümüz birçok olguyu beden, zihin ve ruh bütünlüğüyle çözmemizi sağlıyor. İçsel bütünlüğümüzü sağladıkça ve korumayı öğrendikçe, dışarıyla olan bağımızın daha da kuvvetlendiğine şahit oluyoruz. Beden, zihin, ruh bütünlüğünü sağlayabilen bireyler olarak, hayata daha kuvvetli bağlarla bağlanıyoruz. Ve hayatımızdaki karmaşadan ötürü, bir türlü duyamadığımız kalbimizin sesini daha iyi dinliyoruz. Böylece en önemli gerçekliğimizle yani iç sesimizle kucaklaşıyor, bütünleşiyoruz

6 Ekim 2012 Cumartesi

Ben, Aynadaki Bilge ve Kadın Yanım -  Dilber Can Göksü  
Kendimi bildiğimden bu yana, zaman zaman, içimde büyük med cezirler vardı. Yerli yerine bir türlü otutturamadığım fikirler… İnsanlar ve dünya, sanki bana karşı gibiydi duygularım... Oysa ben seviyorum hayatı. Sorgulamaları… İşin içinden çıkamayınca, birilerine anlatma ihtiyacı duyardım. Sonra da ister istemez şöyle düşünürdüm: "Acaba benim aptal olduğumu düşünüyor olabilirler mi?..." 'Acabalar'ım büyüdükçe, insandan uzaklaşmalar başlardı. Uflayıp puflamalar… Ağlamalar… Tekrar içe kapanmalar… Dışarısını dışlamalar… Hayatı sorgulamalar… Önce şaçma sapan cevaplar… Bu arada yapılan en komik şey,  insanın kendi kendine yaptığı sınırlamalar… Ve tabii, ön yargılar… Bunu keşfetmek, şimdi ne kadar da eğlenceli geliyor:))  Ve sonra, tam dibe vurdum derken, şahlanan baş kaldırmalar… Muhteşem Anlar... Yeni bir şey buldum, keşfettim duygusunun verdiği olağanüstü mutluluk. İnsanı gülümseten, enteresan rastlaşmalar… Adı, dar zamanda paslaşmalar da olabilir :)) Tam bunları yaşarken, hoşlandığın bir adamın, işte tam da o anlarda karşına çıkması!… Ve yaptığın bütün acemiliklerin bu zamana denk gelmesi… ve tabii ki, adamın ben bu mıntıkadan uzaklaşayım, hızlı adımları… Aynaya bakıldığında yüzümde kocaman bir tebessümmmm:)) Sonra aynada biraz daha gözlere odaklanma… Hafif yorulmuş bakıyorlar... Biraz da mahsun, bu geçiş döneminde ağlamada bol olduğu için bir iki de çizgi mi yerleşmiş ne ?.. Sonra, kendi gözbebeklerimden bana bakan bilgem… Kalpdeki heyecan, güç ve neşeye muzipçe bakmakta… Onunla gözgöze gelmek kaybolan sevgiliyi bulmak kadar heyecanlı… Yeni kararlar almanın ve başarının o büyük hazzı… Evet bu karar bana büyük başarılar getirecek… Bu yaşam değişimleri benim için çok uygun olanını bulma rahatlamaları… Ve bütün bunların yanında alınan bir büyük karar daha…. Yüzdeki çizgilerin üstünde gezinen ellerim… Böyle zamanlar yaşadığında ,bir daha kremleri kullanmadan asla yatma… Mümkünse saat başıda sürebilirsin:) Hayat her şeye rağmen güzeldir ve sadece bizimdir. 

29 Eylül 2012 Cumartesi

Eğitim Siteminde Koçluk

Eğitim Siteminde Koçluk -  Zehra Soyal 
Koçluk sisteminin tarihsel sürecine bakıldığında çok eski bir yapılanma olduğu söylenilemez. Koçluk yeni bir öğretidir, farklı disiplinlerden yararlanır. İlk olarak 60’lı yıllarda ABD’de bir kurumun daha etkin çalışması için, kurumun liderlerine birebir örgütsel danışmanların çalışmaları ile başladı denilebilir. Bir meslek olarak koçluğun çıkışı ise ABD’de 1980 sonlarında yapılan çalışmalara dayanır. Ülkemizde ise koçluk çalışmaları son 5 yıldır gelişim gösteriyor. Koçluk sisteminden farklı sektörlerde yararlanılabiliyor.           
Koçluğun uygulanabildiği farklı sektörlerden biri de eğitim sektörüdür.   
Kanada, ABD, Avustralya gibi ülkelerin başarılı okullarında yaygınlaşan bir sistemdir.       
Bu sistemin ülkemizdeki işleyişine bakacak olursak, çok bilinen, yaygın bir sistem olduğunu söyleyemeyiz ancak bazı okullarda da uygulanabilmektedir. Koçluk sisteminin tüm öğrenci profiline ulaşabilmesi için tüm eğitim-öğretim kurumlarında işleyişinin olması gerekir. Eğitim kurumlarında uygulanan koçluk sistemi öğrenci koçluğu sistemidir.      
Öğrenci koçluğu sistemi, akademik başarıda, eğitim hedeflerinin yerine getirilmesinde, öğrenci problemlerinin çözümünde anahtar yöntemler sunan ve bunu en kısa sürede başaran sistemdir. Öğrenci koçluğu sistemi öğretmenlerin öğrencileriyle, anne-babaların çocuklarıyla, öğrencilerin ve öğretmenlerin okul yönetimiyle iletişimlerinde pratik ve güçlü bir yol haritası sunar. Öğrenci koçluğunun uygulandığı öğrencilerde, dolayısıyla eğitim kurumlarında, akademik başarı yükseldiği gibi disiplin problemlerinin de büyük ölçüde ortadan kalktığı gözlenmiştir. Yaratıcılığı ve başarıyı destekleyen eğitim ortamı yaratılır.     
Koçluğun eğitim sisteminde yaygınlaşması ile birlikte eğitim kurumlarındaki ezberci eğitimin yerine ne istediğini bilen, öğrenmeyi öğrenen ve öğrenmeyi seven öğrenciler ortaya çıkacaktır. Sorumluluk duygusu, iç disiplin ve özgüven gelişecektir. Problem çözme, güçlüklerle baş etme yetileri artacaktır.     
Kendilerine sunulan bilgiyi ezberleyen, bilgiyi sadece sınavlarda kullanabileceğini düşünen bireyler yetiştirmektense, sahip olduğu bilgiyi sorgulayan dahası günlük hayatta da o bilgileri kullanabilme yetisine sahip bireyler yetiştirebilmektir önemli olan. Ülkemiz bir sınavlar ülkesidir. İlköğretim ve ortaöğretimde de sınav gerçeği ortadadır. Örneğin, üniversite ve bölüm seçimlerinde bireyin ilgisine ya da yeteneğine uygun olmayan bölümler seçilebilmekte ve sonrasında da mutsuz bireyler ortaya çıkabilmektedir. Üniversite seçimi geleceğe yön vermede ve vizyon belirlemede en önemli basamaklardan birisidir dolayısıyla atılan bu ilk adım sağlam temeller üzerine kurulu olmalıdır. Koçluk sistemi bu temelin sağlam atılması aşamasında bireye farkındalık yaratacaktır.     
Eğitim-öğretim zincirleme bir şekilde devam eder, bireylerin eğitime başladıkları ilk yıllardan itibaren sorumluluk duygusuna sahip, yeteneklerinin bilincinde olan ve herşeyden önemlisi de özgüveni yüksek bireyler olarak yetişmeleri ülkelerin de geleceklerine yön vermede, geleceğe güvenle bakmalarında büyük bir öneme sahip olacaktır.

28 Eylül 2012 Cuma

Yoga ve Esneklik -  Sibel Dev 
Yoga her şeyin bir bütünden ibaret olduğunu idrak etmemizi sağlayan bir öğretidir. Yoganın kelime anlamı “Bütünleşme” yani birleşmedir. Sağlıklı beden ve ruha sahip olmanın “Anahtarı”  dır.

Bu sefer yazımda, edindiğim deneyimlerime dayanarak kısaca ESNEKLİK den bahsedeceğim.

Yoga eğitimine yeni başladım. Hareketli bir yapım var. Dolayısıyla gün boyu vücudumda hareket halinde oluyor. Ama “Asanalara” yani egzersizlere başladığım anda esnek olmadığımı fark ettim. Elmas duruşunu yaparken bile uzun süre o pozisyonda duramıyordum. Çünkü ayak bileklerim acımaya başlıyordu.:) Tabiki yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalışıyordum. Daha sonra sevgili yoga öğretmenim” Alper Bayraktar” şöyle dedi; “Kendinizi zorlamayın. Çünkü zihniniz buna direnç gösterecektir. Bırakın kaslarınızı esneyebildikleri yere kadar esnesinler.” Bir gün “Murdhasana” Tepe Duruşunu yapmaya başladık. Kendime inanamadım. Bacaklarım iki yana olabildiğince gergin açıldı, ayaklarım yerde düz bir şekilde , kafam yerde , ellerim ise kafamın yanında düz bir şekilde öylece duruyordum.:) Yaptığım en rahat hareketlerden biri olmuştu benim için, O anda Sevgili Alper Hocamın söylediği o cümle aklıma geldi. Evet, bırakın kaslarınızı zorlamayın, onlar ne zaman esneyeceğini çok iyi biliyor.

 O zaman anladım ki Yoga söylendiği gibi Beden, Zihin ve Ruh bütünlüğüydü.  Bedenim ve Zihnim çok güzel bir uyum içinde hiç zorlanmadan çalışmıştı. Tabiki dengede kalarak… Harika bir duygu:).:)

Sevgiyle Kalın…

26 Eylül 2012 Çarşamba

İnsan: Bir niyet tohumuyla dünyayı değiştirendir...
 İsmail Barış Özpazarcık  
Varsayalım ki sizin şu anda söyleyeceğiniz bir niyet tohumu dünyayı olumlu yönde değiştirecek olsa, nasıl bir niyet tohumu ekerdiniz/söylerdiniz?..

Dünya sizin şu anda geliştireceğiniz bir vizyonla yeniden bir anda inşa edilecek olsa, insanlık neslini ve tüm canlıları daha ileri taşıyacak olan ve dünyayı yeniden kuran bu vizyonda neler olurdu?
(Gözünüzün önünde beliriveren görüntüleri ayrıntılarıyla anlatacak olsanız, ne gibi görüntüler geliyor gözünüzün önüne?..)

Ben Kimim?

Ben Kimim? -  Alper Bayraktar 
İnsanoğlu beden, zihin ve ruh sarmalından oluşan bir varlıktır. Bu üçlünün sarmalları bireyden bireye değişiklik göstermektedir. Bazılarımızın sarmalında beden güçlü ve baskınken, bazılarımızınkinde ruh  baskın olabiliyor. Bazılarımızda da zihin. Bu hatta an ve an değişebiliyor. Hayatın bazı dönemlerinde beden ön planda, bazen de zihin ön planda olabiliyor. Bunu sarmal sistemimiz kendi ayarlayabiliyor. Bize iyi gelecek olanı yaşatabiliyor. Kendi içinde dengeyi oluşturabiliyor. Bazen de biz müdahelede bulunup güçlü olanı değiştirebiliyoruz. Bunu yaparken sevgili egomuz kendini göstermiş olabiliyor.
Biz tam olarak ne bir bedeniz, ne bir zihin ne de bir ruh. Biz bir üçlemeyiz. Bu üçlü tıpkı bir flütte olduğu gibi, başı, gövdeyi ve kuyruğu oluşturuyor. Biri eksik olursa flütü çalamıyorsunuz. Çalsanız da istediğiniz ve gerekli olan sesleri ve vurguyu alamıyorsunuz. Bizim de sağlıklı ve farkındalıklı yaşayabilmemiz için bu üçlüden güzel bir denge ve görev dağılımı oluşturmamız lazım.
Ayrıca benim çok köklü bir DNA kuşağım ve sarmalım var. Binlerce, milyonlarca yıllar öncesinden gelen. Yapılan araştırmalarda bizler anne karnında bir ceninken topu topu altı haftalık, dna yapımız incelenmiş. Çıkan sonuç çoğu kişilere şaşırtıcı gelse de daha iyi bir yaşam yaşayabilmemiz için gerekli bir sonuç. Bizler anne karnında altı haftalıkken, dna yapımızın %97.5’i maymunla, %75’i köpekle, %50’si tatar böceğiyle ve %33’ü nilüfer çiçeğiyle aynı yapıya sahip. Bu oranlar kendi içinde toplandığında DNA yapımızın yaklaşık %99’unu oluşturuyor. Bu sürece kadar anne karnındaki embriyonun net ve belirgin bir şekli yoktur. Daha doğrusu neye benzediği pek anlaşılmaz. Yedinci haftaya girdiğimizde anneden bir kromozom daha gelir ve bizi insan formuna dönüştürür. Şu ana kadar bitki ve hayvan DNA’sıyla bürülü olan bizler insanlaşmaya başlıyoruz. %99’umuz bitki ve hayvan sistemleriyle donatılmışken yani doğanın ta kendisiyken, %1’lik kısmı abartıp insanız diye böbürlenmeye başlıyoruz. Oysa ki insanlaşmak üzere olduğumuzu atlayabiliyoruz. Öncelikle bir bitki ve hayvan olduğumuzu kabullenip, bu yapıdan öğrenmemiz gerekenleri öğrenmemiz gerekiyor ki gerçek insan olabilelim. Öncelikle ben bir bitkiyim ve ben bir hayvanım. Bunu kabullenmem gerekiyor. Eğer ki bunu yapamazsam kendimle bütünleşik bir hayat yaşama olasılığımı tamamen azaltmış oluyorum. Doğada her şeyin bilgisi mevcut. Ve insan bedeniyse doğanın çok yakınımıza geldiği bir yer olsa… her şeyin cevabını bulabileceğimiz. Arayışı bırakıp, var oluşu kutlayabileceğimiz.
Ben her türlü kimliğe sahibim. Doğada ne kadar kimlik varsa bildiğim, hepsi bende de mevcut. Anne, baba, eş, arkadaş, sevgili, hırsız, katil, masum, kindar, şefkatli … vb. Tüm kimliklere  sahibim, fakat bu kimlikleri kullacağım anlamını taşımıyor. Her birimizin bazı kimlikleri daha baskın ve bu da bizim mizacımızı ve yaşantımızı belirliyor. Yeter ki diğer kimliklerimizi reddetmeyelim ve bastırmayalım. Onları büyük bir saygıyla kabul edelim. Çünkü bastırılan her şey günün birinde filizlenmek ve yeşermek ister. Eğer ki bir şeyi bastırıyorsak, onun yaşam hakkını elinden alıyoruzdur. Bastırdığımız şeyin var olduğunu istemesek de kabul etmiş oluyoruz. Ve varlığını kabul ettiğimiz şeye yaşam hakkı vermiyorsak, gün geliyor o hakkını kendi alıyor.

25 Eylül 2012 Salı

Yaşam Koçluğu Yolculuğum -  Dilek Akay
İnsanın ne kadar yüce bir varlık olduğunun bilincinde ve hisleri de oldukça kuvvetli biri olarak, içimdeki sese her daim kulak verdim.

Birgün bana dedi ki; olumlu düşünme yetini, sevgi ve bilginin paylaştıkça arttığını, hoşgörüden daha yüce bir duygunun az olduğunu, dünyanın iyilikler ve güzellikler üzerine kurulduğunu ama bunu az insanın özümsediğini, tanrısal yanımızı yaratandan aldığımızı, hepimizin içinde bir yaratıcı güç olduğunu, işte bunun özümüz olduğunu , herbiri bir mucize olan insanın eğer isterse yapamayacağı  bir şey olmadığını anlat isteyene……

Bu heyecan, beni yaşam koçluğu için araştırma yapmaya sürükledi. Öyle bir enerji ile doluydum ki, bu enerjimi uygulamaya geçirirsem,  ben ve ulaşabildiğim herkes içindeki cevheri görecekti. Ben değişirsem dünya değişirdi sanki.

İçimdeki bilge beni durdurmadı, harekete geçmem için hep destekledi. Yaşam Koçluğu Eğitimine geldiğimde öğrendim ki, ben bu iş için biçilmiş kaftandım, zaten koçluk felsefesiyle yaşadığımı gördüm. Özüme ulaşıp, iç sesimi hep dinleyen ben, yaşam koçu ‘’ben’’  olmalıydım.

Sorular, doğru ve etkileyici bir biçimde düzenlendiğinde, can alıcı sonuçlara ulaşmamızı sağlıyordu. Ne denli bir çıkmazda olursak olalım, doğru sorular yönelterek, en derindeki neden-sonuç ilişkisini farketmek işten bile değildi.

Hepimiz tam ve bütünüz. Her sorunun cevabı  aslında bizde, özümüzde, yeter ki sormayı bilelim.
Biz yaşam felsefemizi kendi kendimizin koçu olarak kurgularsak, işte o zaman imreneceğiz kendi hayatımıza.

Tüm insanlığın bu farkındalığı yaşaması  dileklerimle…….

24 Eylül 2012 Pazartesi

Kendine Alışanlar ve Alışamayanlar -  İsmail Barış Özpazarcık  
İnsanın “Kendi üzerinde çalışması”, kendine bir türlü alışamamasıdır.
“Kendi” diye bildiği, tanıdığı yönlerine, gözlemleyen bir bilinçle eğilir, araştırır, öğrenemeye çalışır.
“Ben” dediğin kim?
Hangi “Ben”den söz ediyoruz, hakikaten?
Hangi “Ben” iktidarda, hangisi “muhalefet”yapıyor?
Kimin kime sözü geçiyor?
Kimi dinleyip, kimin aklına uyuyorsun?
Hangi akla hizmet ediyorsun?
Seni senden çok tanıdığını düşünenler mi, senin üzerinde söz sahibi?
Yoksa... “Bir ben var, benden içeri” diyen tarafına yönelip, sorumluluğu ona mı veriyorsun?..
“Ben-İnanış Programı”nı tanımak, “Benlik” algısını anlamaktır.
Öyle ya, bir “Ben”e hizmet edeceksen, hangi “Ben”i güçlendireceğini bilmelisin.
İnsanoğlunun milyonlarca yıllık yolculuk serüveninde, bu ikisi birbirine karışmıştır.
Şu anda elimizde, miras olarak alınmış, “üzerine konulmuş”, “altında kalınmış”, altı-üstüne gelmiş bir “Ben” vardır.
“Sen”lerden kırpıp kırpıp yıldız yapılmış bir “Ben”dir bu...
Biz buna, “Bdenden doğan-Ben” diyelim...
Bunlar, bay ve bayan “Gerçek” olarak algılamışlardır kendilerini. Kanıksamış ve kendilerine fazlasıyla alışmışlardır.
Onları nasıl tanırsınız?
“Sen şöyle şöylesin... Bense böyle böyleyim...” şeklinde inanışlarını dile getirirken tek gerçekliğin bu olduğuna kitlenmişlerdir.
“Ben...” derken inanç doludurlar. Gurur doludurlar.
Oluşturdukları “Ben” konseptinin içinde, inandıkları hikayeleri vardır. Hesapları, kitapları, dayanakları, korunakları, beklentileri çerçevesinde şekillenmiştir her şey. İnandırdıkları hikayelerinin sonucu olarak ya “kurban” ya “masum”, ya öyle, ya böyledirler.

“Gerçeklik” dediğimiz gerçekten de değişkendir. Ve bir bakarsınız; size anlatılan masallar sizin hikayeniz oluvermiştir! Hikayenizse, gerçekliğiniz!..
Bu, “Bedenden doğan ben”in pek değişmeyen hikayesidir aslında. Dünyanın hikayesinden payına düşeni alır. Bildik kalıplardır bunlar: “Büyük balık küçük balığı yer”. “Sürüden ayrılanı kurt kapar”. Ve... “Çocuklar, büyüklerinin sözlerini dinlemelidir!”
“Bedenden doğan ben”, otoriteden aldığını “ben”e maleder. Oynadığı rollere göre davranışları değişirken, bir maskeyi çıkarıp diğer maskeyi takıverir.
Kendi küçük penceresinden gördükleri, her şeyden daha gerçektir. İnanışlarına bu kadar güçlü bağlıyken, duygularını da aynı şiddette güçlü yaşarlar.
Çevrede ne olduğunu, başkalarını, onların sözlerini, yaptıklarını, ettiklerini fazlasıyla önemserler.
Kendi zihinsel kurgularına inandıkları için, çoğu zaman “kurgu zihnini” patron atamıştır. İllizyonlarla beslenen “Hayalet zihin”dir bu... Daha sabah yataktan kalkarken patron komut vermeye başlar. Olur olmaz her şeyin dedikodusunu yapar. İçeride, bizzet kendi içinde, kendi kendini yiyen, kemiren, tüketen bir işleyiş vardır.
“Bedenden doğan ben”, rollerini fazlasıyla önemser. Bir ünüforması varsa örneğin, onunla yatar kalkar. Akademisyense, bu unvanın elinden tutar, düğün derneğe bile onunla gider. Hani, O'na deseniz ki, “Sağlığın mı kariyerin mi?..” İkincisi, deyiverir...
Kendine alışamamış “Ben”ler vardır bir de... Kendine şaşıp kalır. Gelişim seyrinin takipçisidir. Öz eleştiri yapar. Şapkasını önüne alır düşünür. Başını yastığına koyduğu an, kendi vicdanı en yakın arkadaşıdır... “Can çıkar huy çıkmaz”mış, ne gam! Canını da, huyunu da avucunun içine alır. Gözlemler kendini, başka birini izler gibi. Davranışlarının altındaki sebebe bakar. Kendine karşı “dedektif ruhu” geliştirir. Tam yoldan çıkacakken, yakalar kendini: “Hmmm... Heeeyyy... Beni dinle ve dön evine.”
İstese de yapamaz; özü'nden başka yola sapamaz.
Yoldaşıdır kendinin. El verir başkahramanına. Destekler. Açık olmayı sever. Açık yüreklice konuşur kendiyle. Hatasıyla sevabıyla kabul eder olanı biteni. Bu dünyada öğrenilecek ilk şeylerden birinin kendine karşı dürüst davranmak olduğunu bilir. Bu nedenle, başkalarına değil, kendine hesap verir. Kızmaz mı, kızar. Öfkelenmez mi, öfkelenir... Sahteliği gerçeklikle ayırdetmesini de bilir. “Şu şöyle olmalı, bu böyle olmalı” kalıp programlarını kullanmak yerine, akıl ve sağduyu servisi yapar kendine. “Bedenden doğan Ben”in varlığından haberdardır. Sorar, sorgular. Düşünür, uygular. Geçmişin referanslarını, “görme gücü”nü geliştirirken kullanır. Bu nedenle geçmişin sınırlı programı ile hareket etmek hiç ona göre değildir. Çünkü bilir ki, her an dünya yeniden kurulur. An be an gelişen yeni bir gerçekliğin hayatına akışını izler. Oluşumları, saygı ile kabul eder. Çünkü     olan her şeyin ardında şaşmaz bir zeka vardır.

Şu anı ve geleceği biçimlendirirken, “öz”ünden gelen sesi dinler. Ona yol gösteren sezgilerinin takipçisidir.  Buradaki “Öz ben”, kendini bütünden ayırmış bir “Ben” değildir. Ayrıcalık talep etmez. “Beden”ini bir zarf, içindeki “Can”ı yoldaş bilir.
İşte biz, bu ismi, cismi, sıfatı, kimliği, yaşı olmayan “Can”a, “Öz benden doğan Biz”diyoruz.
“Öz benden doğan Biz”, kendi mevcut “Ben”ini “Biz” üzerinden değerlendirir. “Biz”in ifade şekli, her bir otantik “Ben”in “Bütün”içinde “Bir”olduğu hakikatidir.
Kendi ile iletişimdedir. İçindeki dünyanın, dışarıdaki dünyaya yanısımalarının farkındadır.
Bilir: Kendini tanımak, öz varlığını anlamaktır.
Kendi üzerinde çalışmak, öz varlığını güçlendirmektir. Çalışma derinleştikçe, kazılar sırasında, “derin bilge” tarafa, “öz ben”e ulaşılır. Bu, insanın somut olarak “görünen taraf” ile “görünmeyen taraf”ın farkına varmasıdır.
“Öz-Ben ” ile “Sonradan edinilen ben”in ayırdına varmak; çatışmayı durdurur, içsel barışı getirir.
Farkedilir ki:  “Sonradan edinilmiş Ben” (aile, okul, arkadaşlar, sosyal çevre vb. kanallardan) düşünceler yoluyla kendini programlamıştır. Bu, bir bilgisayarın programlanması gibidir. “Sonradan edinilen ben”, inandıkları ile “Ben”leşmiştir.
 Fakat içinizde bir taraf, bunun gerçeği yansıtmadığını bilmektedir. Bu durumun değişmesini istemektedir. Bu değişim fikrini başlatan siz ile değişmeye direnen siz arasında ciddi bir çatışma hali baş göstermiştir. İki tarafı da olduğu gibi görmeye, kabul etmeye, denegede tutmaya, dengeleri korumaya, bilinci ve sağduyuyu egemen kılmaya ihtiyaç vardır.
Kendi üzerinde çalışan insan;  kendiyle giderek daha esnek, daha anlayışlı iletişim kurmaya başlar. Anlayış, bilincin kardeşidir.
Keşif defteri
“Bedenden doğan Ben” ya da “Sonradan edinilen Ben” tarafını gözlemle...
Hangi durumlarda onun etkisi altındasın?
“Sonradan edinilen” düşünce ve davranışları gün ışığına çıkar. Ve üzerinde çalış.
“Ben...” diye başladığın niyet ve kararlarını izle. “Biz”den kopuk mu?..

“Öz'den doğan Biz” olmayı deneyimlediğin süreçleri bul.
“Öz'den doğan Biz” olma hali içindeki süreçler nasıl sonlanıyor?
Bu durumda kendini nasıl hissediyorsun?
Onları hayatında çoğaltmak için neler yapabilirsin?

22 Eylül 2012 Cumartesi

Yoga ve Zihin Sağlığı -  Begüm Boduroğlu 
Yoga, dışarıdan bakıldığında fiziksel duruşlardan ibaret gibi gözükür. Yogaya yeni başlayan birinin, değişimi sadece bedeninde gözlemlemesi de çok doğaldır. Çünkü; yoganın beden, zihin, ruh bütünlüğünü sağlayabilmesi için kişiden kişiye göre değişen zamana ihtiyaç vardır.     
       İnsanın bedenindeki gerginlikler, rahatsızlıklar ya da nefesindeki düzensizlikler sadece bedenini değil, birbiriyle etkileşim içinde olduğundan zihnini de etkiler. Yoga bütünsel anlamda kişinin rahatlamasını sağlar. Diğer yönden bakacak olursak zihnimiz ne kadar çok düşünce ile dolu olursa, bu da bedeni o kadar gerecektir. Asanalar ile daha rahat, esnek ve sağlıklı bir beden; yoganın ve meditasyon çalışmalarının kazandırdığı içe dönüş ve konsantrasyon ile daha zinde bir akıl sağlanır. Bu da düşünce sayılarının ve hızının azaltılabilmesi ve istediğimiz zaman istediğimiz şeyleri düşünme yetisi kazanmak ile mümkün olur.
       Günümüzde dışa dönük olmak, konuşkan ve sosyal olmak; birçok işi aynı anda yapabilmek, hızlı olmak gereken vasıflar gibi gösterilmektedir. Ancak tüm bunlar, kontrolümüzden çıktığında bizi mutlu etmek yerine kendimizi unutturan ve tatminsizliğe sürükleyen faktörler olmaktadır. Yoga görüşüne göre dışarıda aranan mutluluk, ‘gerçek mutluluk’ değildir. Ve her istek, yerini yeni bir isteğe bırakacağı için dışarıda aranan mutluluk uzun sürmeyecektir. Yogada istenilen; kişinin hayatın dışında kalması değil, hayatın akışı içinde uyum sorunu yaşamadan, doğru kararları zamanında verebilecek akıl sakinliğinde ve huzurunda kalabilmesidir.
       Tüm bu bahsedilen süreçlere yanıt olabilmesi için, yoganın kişinin hayatında kalıcı bir yer edinmesi gerekir. Düzenli yoga çalışmalarını uygulayan bir birey, kendi için doğru zaman geldiğinde beden sağlığı kadar zihin sağaltımını da yapabilmiş ve zihnini kendi iyiliği için çalıştırmaya başlamış olacaktır.

21 Eylül 2012 Cuma

 Yaşlanmayan tek şey... -  Hidayet Şahin
 İnsanda yaşlanmayan tek şey nedir?
 İnsan da dahil bütün canlılar biyolojik açıdan doğarlar, yaşarlar ve ölürler.     Doğumla ölüme geçen süreçte ise sürekli yaşlanma gözlemlenir ve bu yaşlılık   sonucunda da ömür dolar ve ölünür.

 Peki nasıl olur da insanın yaşlanmayan bir durumu olur. Vücudun bütün hücreleri bu süreci yaşarken böyle bir şeyin olması nasıl açıklanabilir?

 İnsanda yaşlanmayan bir duygu vardır. Gönül hiç yaşlanmaz. Bu nedenle  hayata gönül penceresinden bakabilen insanlar her zaman mutlu olurlar. Her  yaşaın kendine göre bir güzelliği var, denmesinin degönül penceresinden bakıldığında mümkün olduğunu görürüz. Gönül yaşama arzusunu barındırır.

Eğer yaşama saçım dökülmüş, beyazlamış, cildim kırışmış, belim eğilmiş gibi bakarsanız mutlu olmanız çok zor. Ama beyazlamış saçların tecrübeyi, kırışmış cildin yaşamla mücadelenin resmini, eğilmiş belin insanlığa saygı selamı vb. olduğunu düşünürsek her zaman mutlu oluruz. Buna da hayata gönül penceresinden bakmak denir.
Allah, yere göğe sığmam ancak bir insanın gönlüne sığarım demiştir. Kim bilir, belki de gönül yüzünden hiç yaşlanmıyoruzdur.

Hidayet Şahin'in eseri: İnsanla Başa Çıkma Yöntemleri

19 Eylül 2012 Çarşamba

Yoga'da Zihnimiz için Ahimsa ve Tapas


Yoga'da Zihnimiz için Ahimsa ve Tapas Begüm Boduroğlu  15/05/2011

Yama ve niyama; kişinin bedenini ve zihnini arındıran yoganın başlangıç, temel bölümüdür. Ahimsa yamalardan biri olup, şiddetsizlik anlamına gelir. Yoga, şiddetsiz bir yaşamı öngörür. Bedenimize uyguladığımız şiddet kadar, farkında olarak ya da olmayarak zihnimize uyguladığımız şiddet de bizim ruhsal gelişimimize büyük engeller koyar.       Niyamalardan Tapas ise ateşli çaba anlamına gelmektedir. Zihnimizi kendi iyiliğimiz için doğru şekilde kullanmak adına çaba göstermeyi ifade eder. Aynı zamanda, bireye herhangi bir yararı olmayan düşünce, arzu ve istekleri de yakmak demektir. Tapasın yakma veya temizleme etkisi, zihni iyi tutmakla ilgilidir.
        Bizi yeni bir şeyler denemekten alıkoyan, günlük yaşantımızda yapmakta mecbur hissettiğimiz eylemler, geçmiş referanslara takılı kalmak gibi birçok etken zihnimiz için bir şiddettir. Yaşam akarken çoğu zaman aynı şeyleri yaptığımızın, kendimiz için değişiklikleri seçmediğimizin farkında olmayabiliyoruz. Bunun için yeni insanlar, yeni tatlar, yeni yerler denemekten ve zihnimizi şaşırtmaktan korkmamalıyız. Böylece zihnimizin öğrenmesini ve kendini geliştirmesini sağlayabiliriz.
         Geçmişe takılıp kalmak da zihin için ciddi bir şiddettir. Geçmiş hep var ve var olacak. Onu silip atmak söz konusu değil. Geçmişimiz ile bütünleşebilmeli, başımıza gelenlerden gereken dersleri çıkarmalı ve bize yaşattıkları için geçmişimize teşekkür edip, onu orada bırakabilmeliyiz. Bu; içinde bulunduğumuz anı çok daha rahat yaşayabilmemizi, keyfine varabilmemizi, anda kalabilmemizi ve hayatı daha iyi özümseyerek yol alabilmemizi sağlayacaktır. Geçmişteki deneyimlerimize bağlı kalmak bize yeni deneyimleri yaşamak adına şans tanımayacaktır. Ayrıca geçmiş tecrübelerimiz insanların, davranışların, doğanın değiştiğini görmemizi engelleyecek ve eski duygularımızla gösterdiğimiz tepkiler de çok daha abartılı ya da yersiz olabilecektir. Geçmişin tozlu raflarından uzak kalıp, geleceğin parlak ışığına kapılmadan anın gerçekliğinde kalabilmek için çaba gösterebiliriz.
          Kendimizle, sevdiklerimizle, iş yaptığımız kişilerle sürekli iletişim içindeyiz. Bu yüzden neyi nasıl söylediğimiz önemlidir. İyi iletişim kurmayı bilmek gerçekten mucizeler yaratır. Ve bu, öğrenilebilen bir şeydir. Bunun için çaba sarfediyor olmak kendimizi, duygularımızı daha iyi ifade etmek ve başkalarını da daha iyi anlıyor olmak demektir. Çünkü karşımızdakine ne söyleyeceğini belirten aslında bizim sözcüklerimizdir. Socrates’in dediği gibi söylemek istediklerimizi üç ayrı elekten-gerçeğin, iyiliğin ve yararlılığın eleğinden geçirmiş olursak bizi herkes dinler.
           Yoga; tam olabilmenin ve hissedebilmenin yolunun beden, zihin, ruh bütünlüğünden geçtiğini söyler. Hayatımızdaki birçok şey için çaba sarfediyorken, varlığımızı borçlu olduğumuz bedenimizin yanı sıra zihnimize de şiddet uygulamıyor olmak ve onun iyiliği için çaba gösteriyor olmak bütünlüğümüz için önemlidir.

18 Eylül 2012 Salı

Yaşam Koçluğu Sertifika Programı

Yaşam Koçluğu Sertifika Programı

Etkin İnsan Gelişim Enstitüsü 12 yıldır bireysel ve kurumsal gelişim alanında çalışan bir kurum olup, 7 yıldır Koçluk alanında eğitimler vermektedir.

Ege Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi ile işbirliği içinde geliştirmiş olduğumuz Yaşam Koçluğu Sertifika Programı, Koçluk alanında profesyonel bir kariyer hedefi olanların,  "yetkin"liklerini başarı ile oluşturabildikleri ve sürdürebildikleri bir eğitimdir. 

Kurum olarak Koçlarımızla sadece eğitim boyunca değil, eğitim sonrasında süpervizyon desteğimizle yol arkadaşı olduğumuzu özellikle hatırlatmak isteriz.


Öğrenme ortamlarını çoğaltmak ve paylaşmak dileğiyle
Sevgi ve saygılarımızla...
 Eğitim tarihleri:
1. Modül: 18-19-20-21 Ekim
3. Modül: 17-18-24-25 Kasım
4. Modül:  15-16-22-23 Aralık 2012 

Erken Kayıt İndiriminden Yararlanmak İçin Son Kayıt Tarihi: 20 Eylül 2012

Detaylı bilgi ve kayıt için: 0232 465 35 23 info@etkininsan.com



Eğitim hakkında detaylı bilgiye ulaşmak için tıklayınız.

Biz Kimiz?


ETKİN İNSAN GELİŞİM ENSTİTÜSÜ



Öze Saygı:
Herşeyin içindeki öze,insan potansiyeline,
insan varlığına derin saygı ve sevgi...

Yaratıcılık:
Üretmek ve var oluşu hissetmek,

Değişim-Yenilenmek:
Evrenin değişmeyen yasası "değişim" dinamikleri ile frekans ayarı... Her an güncellenmek...

Sorumluluk:
İşini çok iyi yapmak

Dürüstlük:
Yaşam yolumuz

Bütüne Hizmet:
Bize lütfedilmiş olan dehayı, insanlığa armağan etmek.Her insan varlığı ve organizasyon yapısı, potansiyelini insanlık yararına kullanması durumunda kendi varlık sebebine ve bütüne hizmet eder.

Etkin İnsan Enstitüsü, “insan” odaklı bir yaklaşımla, eğitim çözümleri sunmak üzere 2000 yılında İzmir'de kurulmuştur.

Etkin İnsan Enstitüsü; birey ve organizasyonların öz potansiyellerini açığa çıkararak, vizyonları doğrultusunda kendilerini ileri taşımalarında yaratıcı çözümler geliştiren, uygulayan,çözüm ortaklığı yapan bir organizasyondur.

Birey ve organizasyonların çözümlemek istedikleri her konuda, spesifik olarak tanımlanmış, somut olarak belirlenmiş bir noktadan ulaşılmak istenen hedef ya da vizyona ulaşılmasında yol arkadaşlığı yapan bilinç girişimidir.