27 Şubat 2013 Çarşamba

Teknolojinin mesajı nedir?

Teknolojinin mesajı nedir? -  İsmail Barış Özpazarcık 
Neden parmaklarımızla dokunduğumuz anda mucizevi biçimde çalışıveriyor makineler?
Çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, televizyon, klima, bilgisayar
Bir dokunuşta bin tane işlem yapıyorlar.
Sahi, neden?
Yakın zamana kadar akla hayale sığmaz telefonlar ceplere sığıyor.
Ekranına dokunuyorsun, yapmadığı şey yok. Fotoğraf, video, mail, müzik, tv...
Teknoloji parmağımızın ucunda dans ederken verdiği mesaj nedir?
Tekamülümüz de son hızla bizimle dans mı etmekte?
Gelişim ve değişim için fırsatlar aynı hızla hayatımızda seyretmekte
olabilir mi?
Parmaklarımız kadar hızlı ve hareketli hayatımızda dokunacağımız hangi alanlar var?

25 Şubat 2013 Pazartesi

Neler yapıyor olsaydın....


Neler yapıyor olsaydın yaratıcılığını şu anda sahip olduğundan daha ileri bir noktaya taşımış olurdun?

18 Şubat 2013 Pazartesi

Mutluluk

Mutluluk -  Nadire Dinç  

Zenginlik ve mutluluk arasındaki ilişki doğru orantılıdır. Bu anlayışa göre bir kimse ne kadar çok tüketirse o kadar çok mutlu olur. Yapılan çalışmalar bu anlayışın belli bir eşik değere kadar manalı olduğunu ancak belli bir sınırdan sonra doğru olmadığını göstermiştir. Mutlulukla bağlantılı zenginliğin sınır değeri yeme, içme, barınma, sağlık, giyinme temel ihtiyaçların karşılanmasıyla alakalıdır. Gerçekte ise zenginliğin mutluluk değil, insanın gerekli ihtiyaçların karşılanması ile ortaya çıkan bir rahatlamadır.
Tüketim çılgınlığı her şeyin en iyisini en yenisini en moda olanı satın almaktan kaynaklanıyor.  Televizyon, telefon, bilgisayar,  gibi örnekler;  iş para kazanmak maddiyat üzerine kurulu bir dünyada yaşıyoruz. Ailemizle, arkadaşlarımızla, sevdiklerimizle bu yüzden zaman ayıramıyoruz. Mutlulukta anı yaşayamıyoruz. Ya geçmişe özlem duyuyoruz, ya da gelecekte mutlu olmayı istiyoruz. Anda yaşamadığımız için yakındakileri kırıyoruz. Daha başarılı nasıl olabiliriz ve daha zengin nasıl olabiliriz düşüncesindeyiz. Anne baba çocukların beraber evin ihtiyaçların karşılanması, amacıyla yapılan alışveriş, pişirilen yemekler, hep beraber yenen yemekler, bugün neler yaptın sorusu, bununla ilgili dinlemekle, çocuğun seçtiği oyunlar oynamak, yapılan doğa yürüyüşleri belki küçük mutluluk sağlayabilir.
Reklamlarda tüketimi arttırdığı kesin, sevdiğimiz dizilerdeki oyuncuların kullandığı saat, telefon, takı gibi eşyaları almak istiyoruz her şey bizim olmalı. Daha üstün olma derdindeyiz. Özel günler, sevgililer günü, anneler, babalar günü, sadece bu günlerde sevdiklerimizi düşünüyoruz.
Bu teknoloji bizi yiyip tüketiyor. Sadece bizi değil doğal kaynaklarımızda tüketiyoruz. Dünya Doğal Hayat Fonu dünyada tüketiminin aynı hızla sürmesi halinde 2050 yılında yaşamak için iki gezegen daha ihtiyaç  duyulacağı  uyarısında bulundu.Canlı yaşamının sürebilmesi doğal kaynakların üçte biri insanlar  tarafından tüketildi.Hava kirliği,asit yağmurları,ozan tabakasının delinmesi,,küresel ısınma,zehirli kimyevi radyoaktif atıklar gibi ormanların yok edilmesi, toprak bozulması,erozyon,ormanların yok edilmesi,gibi belli başlı çeşitli problemler  .Biyolojik çeşitliğin azalması 350 hayvan türü tükeniyor.Raporun  bulgularına göre 350 memeli,kuş, balık ve sürüngen türü de soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya.Rapora göre ortalama bir  A.B.D   vatandaşı  bir İngiliz’in  iki katı bir Afrikalın  ise  24 katı doğal  kaynak tüketiyor.
Çoğu zaman tüketimin artması, strese, aile içindeki ve sosyal hayattaki rolleri yerine getirmede zaman darlığına, borçlanmaya, şişmanlığa çeşitli hastalıklara, sosyal ilişkilerde bozulmaya ve cevre problemlerine yol açmakta hayat kalitesini düşürmektedir. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinde meydana gelen ölüm sebepleri bu duruma uygun bir örnek teşkil etmektedir. Nitekim bu ülkelerde meydana gelen ölümlerin %42 gibi büyük bir nispeti damar, kalp hastalıklarından ve kanserden kaynaklanmaktadır. Bu hastalıkların gelişmesinde ise aşırı tüketimin şişmanlığın dengesiz beslenmenin büyük rolü bulunmaktadır.
Belli bir hayat kalitesinin kazanılması yolundaki çalışmalar iç huzurun kaybetmesine yol acıyor. Buda insanlarda psikolojik olarak depresyona neden olabilir. Yani mutsuz, çökmüş, umutsuz insan; gitgide karamsar, duygusal içe kapanık, hiç bir şey yapmak istemiyoruz.
Üret ve sınırsızca tüket anlayışı içindeyiz. İnsanlığın büyük kısmı fakirlik, açlık, cahillik, savaşlar, çatışmalar, salgın hastalık, gelir dağılımındaki adaletsizlik, sosyo-ekonomik problemlerlesin kıskacında hayatını yaşamak mecburiyetinde kalmıştır.

13 Şubat 2013 Çarşamba

Taraf olmak ya da Olmamak… İşte bütün mesele…

Taraf olmak ya da Olmamak… İşte bütün mesele… -  İsmail Barış Özpazarcık  

Hayatın içinde yaşarken; "taraf" olmadan duramıyorsun öyle mi?

Bir şeylere karşı taraf olmak fena halde çekici gözüküyor.

Çünkü savunuyorsun, ateşleniyorsun, dalgalanıyorsun, coşuyorsun, köpürüyorsun…
Bu iniş çıkışlı duygu durumlarını pek seviyorsun.

Dünyanın tek pencere var; o da senin penceren öyle mi?

Senin görüş açının dışında kalan her şeye kepek kapatman bundan.

Senin kapattığın kepenklerin, yüreğini de kilitliyor, farkında mısın?

Sana kızardım eskiden. Anladım ki, bu kızgınlık beni senden daha da uzaklaştırıyor.

Sormadan da edemiyorum yine de: Sen bu dünyanın bir parçasıysan, diğer pencerelerin olmadan nefes alabilir misin?

Kendi dünyanı temizlemeden, dünyanın çöpünü temizleyebilir misin?

Dünya kadar pencerenin biri sende… Aç bak, ne göreceksin: Dünya kadar manzara… Dünya kadar duygu… Dünya kadar acı… Dünya kadar sevinç…

Çünkü her şey, her şeyle iç içe.

Çünkü yaşam, 360 derece…

Sadece kendimize ait dünyamızdan bakıyorsak, görebildiklerimiz sınırlıdır.

Bakmak, görmek değildir. Görebilmek için, bütüne dahil olarak bakmayı bilmek gerekir.

Bütünden kendini kopardığın anda, sana ait zihni her şey zannedersin.

Bu, elindeki üç-beş puzzle parçasını, o oyunun bütünü olduğunu iddia etmek gibidir. Oysa o Puzzle’ın 99 parçası vardır.

Sen bir puzzle oyununun içindesin. Elindeki puzzle’ları her şey zannediyorsun.

Belki de bu yüzden, her şey yaşanıp bittikten sonra, hatalarını gerçekten görebiliyorsun.

“Zannetmiştim ki…” diyorsun.

Hayat da sana,”her şey zannettiğin gibi değilmiş, kabul et!” diyor.

“Tamam pekiyi, teslim oldum diyebiliyor musun? Yanlışlarından öğrendiklerini yanına alıp, geri kalanı geride bırakabiliyor mıusun?


İşin kolayına kaçıp yargılayıcı bir tutumla yaşayıp gitmek de mümkün tabii…

Bir şeyleri değiştirmek mi? O da ne? Hangi güçle? Ben yapamam. Kimse de yapamaz. Nokta.

Gelsin şikayetler, gitsin mazeretler…

Giydiğin acizlik kıyafeti, bu bedendeki senden beklenilen değil.

Giydiğin cehalet kostümü ise, bir an once üstünden çıkarıp atman gereken bir aciliyet arz etmekte.

Cehalet kostümünün içindeki parçaları nerede görsen tanırsın:

Kınamak, kötülemek, suçlamak, dışlamak, ötekileştirmek, fanatikleşmek, radikalleşmek…


Kendi "taraf"ımızdan bakınca her şey berbat olabilir...
Ya da tam tersi, günlük güneşlik gözükebilir.

Fakat asıl olan, tüm tarafların "bizim" olması… Bize ait olması…

Kendi dünyam, iki göz bir zihin olursa; yaşam mucize olmaktan uzaklaşmaz mı?

Benim dünyam, tüm insan kardeşlerimin dünyası ile bir olursa, öz ve öz bizim olmaz mı?..


Hayat, Tanrı, Allah, Evren… ne derseniz deyin; bizden "taraf" olma halimizi aşmamızı istiyor.
Kendini yaşamın içinde  öyle bir var et ki; kendi nefsini unutabilen nefis bir insan ol…

Kendini öyle bir biçimde ifade et ki, ifade ettiğin aslında hepimizin özündeki o iyilik ve güzellik olsun.

Kendini öyle bir gerçekleştir ki, gerçek olan özünden gelen bilgelik olsun.

Bununla birlikte... Bir yanının “Taraf” oyununu sevdiğini de hatırla. Çünkü o yanın seninle birlikte hayatını sürdürüyor.

“Taraf” olmaya, “radikalleşmeye”, ötekileştirmeye, seni farklılaştırmaya bayılıyor.

Diyor ki, “Sen sıradan olmamalısın.”

Evet, diyorsun, “Diğerlerinden başkayım zaten…”

“Diğerleri ve sen, “ diyor, bölüyor…

“BEN…” diyorsun, kudretini, azametini göstermek istercesine…

Ve her “BEN” dediğinde, biraz daha küçülüyorsun…

Oysa sen büyümek istiyorsun değil mi?

Büyümen için, içindeki o çocuğun saflığına dönmen gerekli.

Ne kadar küçülebiliyorsan o kadar arınıyorsun. Ne kadar arınıyorsan o kadar büyüyorsun.

İçinde bir yerlerde saklı olan o çocuk, senin en değerli öğretmenin. Ve sen onu bulup kendine yol arkadaşı yapmak durumundasın.

Yaşamda yol alman ve hatta hayatta kalman, onunla buluşabilmenle ilgili.

O’nu bulmak mı istiyorsun?

O’na kulak ver.

Şunu fısıldıyor: Yar-gı-la-ma-yı -bı-rak!...

6 Şubat 2013 Çarşamba

Düşünce tarzımı değiştirdim, hayatım değişti

Düşünce tarzımı değiştirdim, hayatım değişti -  Eda Cömert  
Hayatta nerede olursanız olun neyin yaratılmasına katkıda bulunursanız bulunun, neler olduğuna bağlı olmaksızın sahip olduğunuz anlayış, bilgi ve farkındalıkla daima elinizden gelenin en iyisini yaparsınız.
Farkında olarak ya da olmadan yaptığımız bu davranış şekilleri, Günümüzde'' Yaşam Koçluğu'' denilen rehberlik sürecinin adımlarıdır.
Düşünce tarzımı değiştirmeye istekli olduğum taktirde, hayatımı da değiştirebileceğimi ilk kez duyduğumda önce inanılmaz, sonrasında merak uyandırıcı ve çekici gelmişti.
Bu konuyla ilgili farklı alanlar, farklı kitaplar okuyup deneyimledikçe, gördüm ki hayatta birşeyler değişiyor! Evet değişime gerçekten inanıyor ve istiyorsanız hayatınız değişiyor!
İnsanların kendi yaşamlarının kontrolünü ellerine almalarını, kendi güçlerini, içsel bilgilerini ve güçlü yönlerini keşvetmelerini, yaşam yolunda önümüze çıkan engelleri aşıp, şartlar ne olursa olsun kendilerini sevmenin önemini bilmek, bunu yaparken şimdiyi düşünüp, geleceği planlamak, kontrolü elimizde olan şeylere sahip çıkıp, olamadıklarımız için geçmişe teşekkür edip yola devam etmek...
Koçluk sürecinin bana kazandırdığı en önemli duygulardı.Hayatımı kendi istediğim renklere boyama fırsatını verdi, ''Anı, Şimdiyi'' daha keyifli yaşamamı sağladı.
Duygularınızı sahiplenerek, değişimi kendi renklerinizde boyuyarak, yaşam denen vadeli zamanı daha anlamlı kılmanızı diliyorum.