24 Aralık 2012 Pazartesi

Koçluk Süreci Ve Ben

Koçluk Süreci Ve Ben -  Melike Akçora  20/12/2012

Hayat denilen serüvende bir yolculuğa çıkmıştım. Yol, engebeli ve yorucuydu. Zihnim hiçbir şeyin düzelmeyeceği ile ilgili olumsuz düşüncelerle meşguldü. Kimseye güvenmemem gerektiğine inanan genellemeler, beynimin içini kemiriyordu. Karşımdaki kişilerin bana taktıklarına dair inancım ve aramızın düzelmeyeceğine dair genellemelerle kendimi yiyip bitiriyordum. İşimle, arkadaşlarımla, ailemle ilgili sıkıntıların devam edeceği ve daha kötüye gideceği ile ilgili olumsuz senaryolara inanıyor ve bu inanca göre davranıyordum. Hayatla ilgili endişe ve kaygılarım yüksekti. Evdekiler bir taraftan, öğrencilerim bir taraftan, veliler, okul yönetimi bir taraftan bu düşüncemi desteliyordu. Özellikle yapılacak okuma bayramı ile ilgili her şey yolunda gidecek mi kaygısı beni paniğe sürüklüyor, doğru olsun diye uğraştıkça yanlış yapıyordum.
Çıktığım bu yolculukta kendimi iyice tükenmiş hissettiğim bir noktada bir mucizeyle karşılaştım. Ev arkadaşım AİLE VE ÖĞRENCİ KOÇLUĞU EĞİTİMİ’ ne katılacağını söyledi ve daha tanımını bilmeden içimden bir ses sen de gitmelisin dedi. Hiç düşünmeden gece adımı yazdırdım ve ertesi gün başladım. Bu gerçekten bir mucizeydi. Eğitim devam ettiği süreçte karşımdaki kişilerle iletişimim düzelmeye ve uyumlu bir hal almaya başladı. İnsanları dinlerken artık tüm algılarımı kullandığımı fark ettim. Yaşadığım durumları artık kayıtsızca kabul etmek yerine sorularla nedenini sorgulamaya başladım. Olaylara olumlu bakış açısı geliştirmek, kendimi kontrol edebilmek ve sonucun iyi olacağına odaklanmanın pozitif sonuç getirdiğini görmek yapılan uygulamaların doğruluğuna olan inancımı her geçen gün daha da arttırdı. En güzeli de önceden önyargıyla yaklaştığım kişilere nötr ve önyargısız bir iletişim kurmaktı. Kendim bir işe kalkışmadan eylem adımlarımı planlar ve bunları uygular bir hal aldım.
Evet, eğitime başlamadan önce zihnim kişileri ve olayları kurgusal düzlemde yaşıyordu. Daha sonra arkadaşlarımla ve hocamla yaptığımız uygulamalarla bu düşünceleri adım adım akılcıl ve bütünsel düzleme taşımaya başladık. Bunun etkilerini hayatımda görmeye başladığım anda yolculuğumun bundan sonraki aşamalarında çok daha mutlu olacağıma inandım. Gerçekten de mutluydum. Arkadaşlarımla, ailemle ilişkilerim düzelmişti. İş arkadaşlarımla daha uyumlu çalışmaya ve karşılıklı olarak birbirimizi anlamaya başlamıştık.
Hayatımın bu yeni döneminde önce ben arkadaşlarım ve hocamın yardımıyla kaygılarımdan kurtuldum. Şimdi ise yakınlarıma bu amaç doğrultusunda sorularımla çözüme ulaştırıyorum. Kendi hayatımdaki değişiklerin yaşattığı mutlulukla birlikte yakınlarımın bir çıkış yolu bulabileceklerine olan inançlarını arttırmak çok büyük bir haz.

Ben bunu istedim, inandım ve başardım…

Koçum Benim!

Koçum Benim! -  Mehmet Derya Top  21/12/2012
‘’Koçum benim.Sen önden yürü.Kim tutar seni.’’
‘’Koçum şu malzemeleri boşaltıver.’’
‘’Koçum şu buzdolabını sana zahmet 8, kata çıkarıver.’’
‘’Koç gibi adamsın,taşı sıksan suyunu çıkarırsın.’’
‘’Koçlarım benim bu vatan size minnettar kalacak.’’
Bu ve buna benzer birçok güç,kuvvet,fedakarlık gerektiren işlerimizde birisine birşeyler yaptıracak isek bu ifadeleri kullanmazmıyız?
Peki kimdir bu koçlar?
Niye insanlar sırtlarına almak istemedikleri ağırlığı taşımalarını başkalarından talep ederler?Kendileri fedakarlıkta bulunmazken birilerinden fedakarlık talebinde bulunurlar .Bu fedakarlığı isterkende Koçum ifadesini, kullanırlar.
Toplumumuzda insanlar üzerlerindeki birtakım yükleri başkalarına transfer ederek o yüklerden kaçmaktadırlar.Yada kaçtıklarını sanmaktadırlar.Bu kaçıştada en çok kullanılan tanımlamalardan birisi Koçum dur.
Peki biz Yaşam Koçları da toplumun yükünü taşıyan,KHA gelenlerin içinde kalmış sıkıntılarını sırtlayıp onu onun adına taşıyanmıyız?
Öncelikle zihin ekranlarımızı çalıştırıp KHA gelmiş bir danışanımızı hayal edelim.Kafası karışık.Kafasındaki karışıklıkları sizin üzerinize yıkmaya hazır.Sizden onun adına çözüm bulmanızı bekliyor.
Sonra sürprizle karşılaşıyor.Kendi sorunlarının çözümlerinin kendisinde saklı olduğunu öğreniyor.Bunuda kendisinin bulması gerektiğini öğreniyor. Bide üstüne eylem planı yapması gerekliliği ortaya çıkmasın mı!
Eeee hani sen koçumdun benim?Ben yüklerimi sana boşaltacaktım hani?Hani o yükleride sen taşıyacaktın benim yerime?Bide tüm bunların üzerine  para mı vereceğim?
‘’Hadi o zaman koçlarım benim önümüzde zorlu bir yol var .Yürüyelim o yolda kim tutar bizi.’’

20 Aralık 2012 Perşembe

Kişisel kıyamete hazır mısınız?

Kişisel kıyamete hazır mısınız? -  İsmail Barış Özpazarcık  21/12/2012
2012'nin ayak sesleri daha o gelmeden gelmişti... Ve çıkarken, ayak sesleri gümbür gümbür...

Sosyal medya dışında diğer "medya" ailesinden uzakta yaşıyorum. Eski bir gazeteci olarak hazin bir durum:)
Anlıyorum ki, medya da sevmiş bu esrarengiz durumu. Korku diz boyu... Girip çıktığım ortamlarda duyuyorum; 21 Aralık kehaneti, birilerinin gerçekliği olmuş bile...

Biliyorsunuz, yeni çağ dediğimiz bu süreçlerin en öne çıkan yanı, hemen her şeyin "bireyselleşmiş" olması.

Neden?

Yakın zamanları düşünün; o kadar başkalarına odaklı yaşanıyordu ki; birey ortada yoktu. Yeni yeni, "birey" denilen kavram doğdu. Birey tarafını keşfedenler, "ben de varım; benim ihtiyaçlarım, benim beklentilerim var. Kendim için anlamlı bir yaşam istiyorum" demeye başladı.

Bir “farkındalık”tır başladı…

Bu “kendini var etme” arayışı, mutsuzluğu getirdi. Çünkü artık biliyoruz ki, huzursuzluk ve rahatsızlık değişimin kaynağıdır.

Mutsuzluklar neyi anlatıyordu?

Fiziksel hedeflerin, paranın, maddiyatın tek başına işe yaramadığını…

İlişkilerde gerçekten kendimizi ifade edemediğimizi; dolayısıyla birbirimizi anlayamadığımızı, anlaşılamadığımızı…

Zorunluluklarla örülü bir hayattan kendimize hapishane yarattığımızı…

Sevmediğimiz işi yaparken, özel hayatımızda da mutlu, huzurlu olamayacağımızı…

Yaratıcı tarafımızla üretmeden, potansiyelimizi ifade etmeden, gerçek anlamda doyum sağlayamayacağımızı…

Maneviyat eksikliğimizi…

Hepsini üst üste koyun; kişisel kıyametler için en uygun ortamı yaratırsınız.

Ve bunun sonucu olarak, ilişkilerde erezyon başladı, boşanmalar arttı.

Erkek, var gücüyle iş kimliğine tutunmuş yaşarken, kendince oyalanıyordu. İş, o kadar hayatını dolduruyordu ki, başka alanların varlığını anlaması kolay olmuyordu. İş hayatı, para, politika, futbol, kadınlar, cinsellik, arabalar, teknolojik aletler ; erkekler için zihinsel oyuncaklardı.

Kadınsa, anne ve eş kimliğinden başka kimliklerinin varlığını keşfetti. Genç kızlığının ardından okul hayatı, ardından evlilik, evin sorumluluğu, ardından çocuk.. ve çocukle geçen yarı ömür…
Sonra dönüp bakınca hayatına, gördü ki, kendi yoktu.

İşte kıyamet o zaman koptu!

Kadın için kıyamet, kendini unuttuğunu farkettiği gündür.

Erkek için kıyamet, zihin oyunlarının hemen ardından gelen boşluk ve uçurumdur.

Çoculu çiftler için kıyamet, çeşitli olaylar vasıtasıyla çocuklarının onlara bizzat ders verdikleri gündür. Kendi evlatları tarafından önüne getirirlen gündemin altından kalkamadıkları o gün, hem annenin hem de babanın durumu acıların en büyüğüdür.

Çalışanlar için kıyamet; benimseyemedikleri, sevemedikleri bir iş yerinde çalışıyor olmanın işkencesini yaşama ve isyan etme halidir.

Kıyamet, ayağa kalkma günüdür. Ötelenmiş, yok sayılmış, bastırılmış, dikkate alınmamış iç meselelerimizin, bizim tarafımızdan, yine kendi özgür irademizle halledilmesi gereken zamanlardır.

Kişisel kıyamet dediğimiz, zihin oyunlarına tutunan ve değişimi kabul etmeyenlerin, bu yeni süreçte yeni kararlarıyla başbaşa kalma halidir.

Anlıyoruz ki, yeni çağda kıyamet, bireyseldir.

Ben olmadan biz olamadığımız gibi; kendi iç barışını tesis etmeden, dünya barışını tesis edemiyor insan evladı.

Önce kendi varlığımızı doğru düzgün ifade etmeyi öğreneceğiz, sonra “biz” olarak bütünsel alanda buluşacağız.

Önümüzde açılan yeni kapı; bu yeni sürecin habercisidir.

Bu “Aralık”, bizi birbirimize yaklaştıracak olan kapının aralanması; yeni, anlamlı, pozitif enerjilerin aralık olan bu kapıdan akışıdır.
Her nerede ne yaşıyor olursak olalım; bu aralık yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız dönüşüm davetiyesidir.

Davete uyarsınız ya da uymazsınız; fakat daha fazla artık kayıtsız kalamazsınız.

15 Aralık 2012 Cumartesi

Dinlemek

Dinlemek -  Meral Çakır  15/12/2012

İnsanlar çoğunlukla karşısındakine kendi doğrularını , düşüncelerini ifade etmeye ve hatta daha da ileri giderek dayatmaya alışmışlardır. Bu sebepledir ki aralarındaki diyalog bazen yüzeysel, bazen hararetli ve tartışmaya varabilen bir boyuta geçebilmektedir.
Oysa ki yapılması gereken tek şey dinlemek.sadece ve sadece dinlemek.
Karşınızdaki insana konuşması için müsaade etmeniz, onu sadece dinlemeniz bile o kadar çok şey ifade ediyor ki karşınızdaki için.
Siz izin verince karşınızdakine , göreceksiniz ne kadar rahatlayacak ve size içini dökecek.Önyargısız ve can kulağıyla dinlediğinizde gerçek iletişimin adımlarını atmış olacaksınız.çünkü siz ona o an ben seni dinliyorum, senin anlattıklarını olduğu gibi dinliyorum ve ben seni anlıyorum. Senin yaşadıklarını ve düşüncelerini önemsiyorum, sen benim için önemlisin mesajı vermiş oluyorsunuz.
Günümüz insanı genellikle dinlemeyi pek sevmez, hep konuşmak ister , hatta hep o konuşsun herkes onu dinlesin ister. Hepimiz hep konuşmak istersek nasıl iletişim kurabiliriz ki....birilerinin dinlemesi lazım söylediklerimizi.
İşte bu yüzden konuştuklarımızın dinlenmesini istiyorsak, öncelikle biz dinlemeyi öğrenmeliyiz.ama öylesine dinlemek değil, dinliyormuş gibi yaparak değil, can kulağıyla dinlemeyi öğrenmek.
Öyle büyük bir erdemdir ki dinleyebilmek, insana sağlıklı iletişimin, sevilen,sayılan , değer verilen, takdir edilen ve tercih edilen olmanın yollarını açar . İnsanları dinledikçe , sizin de dinlendiğinizi göreceksiniz, kurulan sağlıklı iletişim size mutluluk getirecek.