29 Eylül 2012 Cumartesi

Eğitim Siteminde Koçluk

Eğitim Siteminde Koçluk -  Zehra Soyal 
Koçluk sisteminin tarihsel sürecine bakıldığında çok eski bir yapılanma olduğu söylenilemez. Koçluk yeni bir öğretidir, farklı disiplinlerden yararlanır. İlk olarak 60’lı yıllarda ABD’de bir kurumun daha etkin çalışması için, kurumun liderlerine birebir örgütsel danışmanların çalışmaları ile başladı denilebilir. Bir meslek olarak koçluğun çıkışı ise ABD’de 1980 sonlarında yapılan çalışmalara dayanır. Ülkemizde ise koçluk çalışmaları son 5 yıldır gelişim gösteriyor. Koçluk sisteminden farklı sektörlerde yararlanılabiliyor.           
Koçluğun uygulanabildiği farklı sektörlerden biri de eğitim sektörüdür.   
Kanada, ABD, Avustralya gibi ülkelerin başarılı okullarında yaygınlaşan bir sistemdir.       
Bu sistemin ülkemizdeki işleyişine bakacak olursak, çok bilinen, yaygın bir sistem olduğunu söyleyemeyiz ancak bazı okullarda da uygulanabilmektedir. Koçluk sisteminin tüm öğrenci profiline ulaşabilmesi için tüm eğitim-öğretim kurumlarında işleyişinin olması gerekir. Eğitim kurumlarında uygulanan koçluk sistemi öğrenci koçluğu sistemidir.      
Öğrenci koçluğu sistemi, akademik başarıda, eğitim hedeflerinin yerine getirilmesinde, öğrenci problemlerinin çözümünde anahtar yöntemler sunan ve bunu en kısa sürede başaran sistemdir. Öğrenci koçluğu sistemi öğretmenlerin öğrencileriyle, anne-babaların çocuklarıyla, öğrencilerin ve öğretmenlerin okul yönetimiyle iletişimlerinde pratik ve güçlü bir yol haritası sunar. Öğrenci koçluğunun uygulandığı öğrencilerde, dolayısıyla eğitim kurumlarında, akademik başarı yükseldiği gibi disiplin problemlerinin de büyük ölçüde ortadan kalktığı gözlenmiştir. Yaratıcılığı ve başarıyı destekleyen eğitim ortamı yaratılır.     
Koçluğun eğitim sisteminde yaygınlaşması ile birlikte eğitim kurumlarındaki ezberci eğitimin yerine ne istediğini bilen, öğrenmeyi öğrenen ve öğrenmeyi seven öğrenciler ortaya çıkacaktır. Sorumluluk duygusu, iç disiplin ve özgüven gelişecektir. Problem çözme, güçlüklerle baş etme yetileri artacaktır.     
Kendilerine sunulan bilgiyi ezberleyen, bilgiyi sadece sınavlarda kullanabileceğini düşünen bireyler yetiştirmektense, sahip olduğu bilgiyi sorgulayan dahası günlük hayatta da o bilgileri kullanabilme yetisine sahip bireyler yetiştirebilmektir önemli olan. Ülkemiz bir sınavlar ülkesidir. İlköğretim ve ortaöğretimde de sınav gerçeği ortadadır. Örneğin, üniversite ve bölüm seçimlerinde bireyin ilgisine ya da yeteneğine uygun olmayan bölümler seçilebilmekte ve sonrasında da mutsuz bireyler ortaya çıkabilmektedir. Üniversite seçimi geleceğe yön vermede ve vizyon belirlemede en önemli basamaklardan birisidir dolayısıyla atılan bu ilk adım sağlam temeller üzerine kurulu olmalıdır. Koçluk sistemi bu temelin sağlam atılması aşamasında bireye farkındalık yaratacaktır.     
Eğitim-öğretim zincirleme bir şekilde devam eder, bireylerin eğitime başladıkları ilk yıllardan itibaren sorumluluk duygusuna sahip, yeteneklerinin bilincinde olan ve herşeyden önemlisi de özgüveni yüksek bireyler olarak yetişmeleri ülkelerin de geleceklerine yön vermede, geleceğe güvenle bakmalarında büyük bir öneme sahip olacaktır.

28 Eylül 2012 Cuma

Yoga ve Esneklik -  Sibel Dev 
Yoga her şeyin bir bütünden ibaret olduğunu idrak etmemizi sağlayan bir öğretidir. Yoganın kelime anlamı “Bütünleşme” yani birleşmedir. Sağlıklı beden ve ruha sahip olmanın “Anahtarı”  dır.

Bu sefer yazımda, edindiğim deneyimlerime dayanarak kısaca ESNEKLİK den bahsedeceğim.

Yoga eğitimine yeni başladım. Hareketli bir yapım var. Dolayısıyla gün boyu vücudumda hareket halinde oluyor. Ama “Asanalara” yani egzersizlere başladığım anda esnek olmadığımı fark ettim. Elmas duruşunu yaparken bile uzun süre o pozisyonda duramıyordum. Çünkü ayak bileklerim acımaya başlıyordu.:) Tabiki yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalışıyordum. Daha sonra sevgili yoga öğretmenim” Alper Bayraktar” şöyle dedi; “Kendinizi zorlamayın. Çünkü zihniniz buna direnç gösterecektir. Bırakın kaslarınızı esneyebildikleri yere kadar esnesinler.” Bir gün “Murdhasana” Tepe Duruşunu yapmaya başladık. Kendime inanamadım. Bacaklarım iki yana olabildiğince gergin açıldı, ayaklarım yerde düz bir şekilde , kafam yerde , ellerim ise kafamın yanında düz bir şekilde öylece duruyordum.:) Yaptığım en rahat hareketlerden biri olmuştu benim için, O anda Sevgili Alper Hocamın söylediği o cümle aklıma geldi. Evet, bırakın kaslarınızı zorlamayın, onlar ne zaman esneyeceğini çok iyi biliyor.

 O zaman anladım ki Yoga söylendiği gibi Beden, Zihin ve Ruh bütünlüğüydü.  Bedenim ve Zihnim çok güzel bir uyum içinde hiç zorlanmadan çalışmıştı. Tabiki dengede kalarak… Harika bir duygu:).:)

Sevgiyle Kalın…

26 Eylül 2012 Çarşamba

İnsan: Bir niyet tohumuyla dünyayı değiştirendir...
 İsmail Barış Özpazarcık  
Varsayalım ki sizin şu anda söyleyeceğiniz bir niyet tohumu dünyayı olumlu yönde değiştirecek olsa, nasıl bir niyet tohumu ekerdiniz/söylerdiniz?..

Dünya sizin şu anda geliştireceğiniz bir vizyonla yeniden bir anda inşa edilecek olsa, insanlık neslini ve tüm canlıları daha ileri taşıyacak olan ve dünyayı yeniden kuran bu vizyonda neler olurdu?
(Gözünüzün önünde beliriveren görüntüleri ayrıntılarıyla anlatacak olsanız, ne gibi görüntüler geliyor gözünüzün önüne?..)

Ben Kimim?

Ben Kimim? -  Alper Bayraktar 
İnsanoğlu beden, zihin ve ruh sarmalından oluşan bir varlıktır. Bu üçlünün sarmalları bireyden bireye değişiklik göstermektedir. Bazılarımızın sarmalında beden güçlü ve baskınken, bazılarımızınkinde ruh  baskın olabiliyor. Bazılarımızda da zihin. Bu hatta an ve an değişebiliyor. Hayatın bazı dönemlerinde beden ön planda, bazen de zihin ön planda olabiliyor. Bunu sarmal sistemimiz kendi ayarlayabiliyor. Bize iyi gelecek olanı yaşatabiliyor. Kendi içinde dengeyi oluşturabiliyor. Bazen de biz müdahelede bulunup güçlü olanı değiştirebiliyoruz. Bunu yaparken sevgili egomuz kendini göstermiş olabiliyor.
Biz tam olarak ne bir bedeniz, ne bir zihin ne de bir ruh. Biz bir üçlemeyiz. Bu üçlü tıpkı bir flütte olduğu gibi, başı, gövdeyi ve kuyruğu oluşturuyor. Biri eksik olursa flütü çalamıyorsunuz. Çalsanız da istediğiniz ve gerekli olan sesleri ve vurguyu alamıyorsunuz. Bizim de sağlıklı ve farkındalıklı yaşayabilmemiz için bu üçlüden güzel bir denge ve görev dağılımı oluşturmamız lazım.
Ayrıca benim çok köklü bir DNA kuşağım ve sarmalım var. Binlerce, milyonlarca yıllar öncesinden gelen. Yapılan araştırmalarda bizler anne karnında bir ceninken topu topu altı haftalık, dna yapımız incelenmiş. Çıkan sonuç çoğu kişilere şaşırtıcı gelse de daha iyi bir yaşam yaşayabilmemiz için gerekli bir sonuç. Bizler anne karnında altı haftalıkken, dna yapımızın %97.5’i maymunla, %75’i köpekle, %50’si tatar böceğiyle ve %33’ü nilüfer çiçeğiyle aynı yapıya sahip. Bu oranlar kendi içinde toplandığında DNA yapımızın yaklaşık %99’unu oluşturuyor. Bu sürece kadar anne karnındaki embriyonun net ve belirgin bir şekli yoktur. Daha doğrusu neye benzediği pek anlaşılmaz. Yedinci haftaya girdiğimizde anneden bir kromozom daha gelir ve bizi insan formuna dönüştürür. Şu ana kadar bitki ve hayvan DNA’sıyla bürülü olan bizler insanlaşmaya başlıyoruz. %99’umuz bitki ve hayvan sistemleriyle donatılmışken yani doğanın ta kendisiyken, %1’lik kısmı abartıp insanız diye böbürlenmeye başlıyoruz. Oysa ki insanlaşmak üzere olduğumuzu atlayabiliyoruz. Öncelikle bir bitki ve hayvan olduğumuzu kabullenip, bu yapıdan öğrenmemiz gerekenleri öğrenmemiz gerekiyor ki gerçek insan olabilelim. Öncelikle ben bir bitkiyim ve ben bir hayvanım. Bunu kabullenmem gerekiyor. Eğer ki bunu yapamazsam kendimle bütünleşik bir hayat yaşama olasılığımı tamamen azaltmış oluyorum. Doğada her şeyin bilgisi mevcut. Ve insan bedeniyse doğanın çok yakınımıza geldiği bir yer olsa… her şeyin cevabını bulabileceğimiz. Arayışı bırakıp, var oluşu kutlayabileceğimiz.
Ben her türlü kimliğe sahibim. Doğada ne kadar kimlik varsa bildiğim, hepsi bende de mevcut. Anne, baba, eş, arkadaş, sevgili, hırsız, katil, masum, kindar, şefkatli … vb. Tüm kimliklere  sahibim, fakat bu kimlikleri kullacağım anlamını taşımıyor. Her birimizin bazı kimlikleri daha baskın ve bu da bizim mizacımızı ve yaşantımızı belirliyor. Yeter ki diğer kimliklerimizi reddetmeyelim ve bastırmayalım. Onları büyük bir saygıyla kabul edelim. Çünkü bastırılan her şey günün birinde filizlenmek ve yeşermek ister. Eğer ki bir şeyi bastırıyorsak, onun yaşam hakkını elinden alıyoruzdur. Bastırdığımız şeyin var olduğunu istemesek de kabul etmiş oluyoruz. Ve varlığını kabul ettiğimiz şeye yaşam hakkı vermiyorsak, gün geliyor o hakkını kendi alıyor.

25 Eylül 2012 Salı

Yaşam Koçluğu Yolculuğum -  Dilek Akay
İnsanın ne kadar yüce bir varlık olduğunun bilincinde ve hisleri de oldukça kuvvetli biri olarak, içimdeki sese her daim kulak verdim.

Birgün bana dedi ki; olumlu düşünme yetini, sevgi ve bilginin paylaştıkça arttığını, hoşgörüden daha yüce bir duygunun az olduğunu, dünyanın iyilikler ve güzellikler üzerine kurulduğunu ama bunu az insanın özümsediğini, tanrısal yanımızı yaratandan aldığımızı, hepimizin içinde bir yaratıcı güç olduğunu, işte bunun özümüz olduğunu , herbiri bir mucize olan insanın eğer isterse yapamayacağı  bir şey olmadığını anlat isteyene……

Bu heyecan, beni yaşam koçluğu için araştırma yapmaya sürükledi. Öyle bir enerji ile doluydum ki, bu enerjimi uygulamaya geçirirsem,  ben ve ulaşabildiğim herkes içindeki cevheri görecekti. Ben değişirsem dünya değişirdi sanki.

İçimdeki bilge beni durdurmadı, harekete geçmem için hep destekledi. Yaşam Koçluğu Eğitimine geldiğimde öğrendim ki, ben bu iş için biçilmiş kaftandım, zaten koçluk felsefesiyle yaşadığımı gördüm. Özüme ulaşıp, iç sesimi hep dinleyen ben, yaşam koçu ‘’ben’’  olmalıydım.

Sorular, doğru ve etkileyici bir biçimde düzenlendiğinde, can alıcı sonuçlara ulaşmamızı sağlıyordu. Ne denli bir çıkmazda olursak olalım, doğru sorular yönelterek, en derindeki neden-sonuç ilişkisini farketmek işten bile değildi.

Hepimiz tam ve bütünüz. Her sorunun cevabı  aslında bizde, özümüzde, yeter ki sormayı bilelim.
Biz yaşam felsefemizi kendi kendimizin koçu olarak kurgularsak, işte o zaman imreneceğiz kendi hayatımıza.

Tüm insanlığın bu farkındalığı yaşaması  dileklerimle…….

24 Eylül 2012 Pazartesi

Kendine Alışanlar ve Alışamayanlar -  İsmail Barış Özpazarcık  
İnsanın “Kendi üzerinde çalışması”, kendine bir türlü alışamamasıdır.
“Kendi” diye bildiği, tanıdığı yönlerine, gözlemleyen bir bilinçle eğilir, araştırır, öğrenemeye çalışır.
“Ben” dediğin kim?
Hangi “Ben”den söz ediyoruz, hakikaten?
Hangi “Ben” iktidarda, hangisi “muhalefet”yapıyor?
Kimin kime sözü geçiyor?
Kimi dinleyip, kimin aklına uyuyorsun?
Hangi akla hizmet ediyorsun?
Seni senden çok tanıdığını düşünenler mi, senin üzerinde söz sahibi?
Yoksa... “Bir ben var, benden içeri” diyen tarafına yönelip, sorumluluğu ona mı veriyorsun?..
“Ben-İnanış Programı”nı tanımak, “Benlik” algısını anlamaktır.
Öyle ya, bir “Ben”e hizmet edeceksen, hangi “Ben”i güçlendireceğini bilmelisin.
İnsanoğlunun milyonlarca yıllık yolculuk serüveninde, bu ikisi birbirine karışmıştır.
Şu anda elimizde, miras olarak alınmış, “üzerine konulmuş”, “altında kalınmış”, altı-üstüne gelmiş bir “Ben” vardır.
“Sen”lerden kırpıp kırpıp yıldız yapılmış bir “Ben”dir bu...
Biz buna, “Bdenden doğan-Ben” diyelim...
Bunlar, bay ve bayan “Gerçek” olarak algılamışlardır kendilerini. Kanıksamış ve kendilerine fazlasıyla alışmışlardır.
Onları nasıl tanırsınız?
“Sen şöyle şöylesin... Bense böyle böyleyim...” şeklinde inanışlarını dile getirirken tek gerçekliğin bu olduğuna kitlenmişlerdir.
“Ben...” derken inanç doludurlar. Gurur doludurlar.
Oluşturdukları “Ben” konseptinin içinde, inandıkları hikayeleri vardır. Hesapları, kitapları, dayanakları, korunakları, beklentileri çerçevesinde şekillenmiştir her şey. İnandırdıkları hikayelerinin sonucu olarak ya “kurban” ya “masum”, ya öyle, ya böyledirler.

“Gerçeklik” dediğimiz gerçekten de değişkendir. Ve bir bakarsınız; size anlatılan masallar sizin hikayeniz oluvermiştir! Hikayenizse, gerçekliğiniz!..
Bu, “Bedenden doğan ben”in pek değişmeyen hikayesidir aslında. Dünyanın hikayesinden payına düşeni alır. Bildik kalıplardır bunlar: “Büyük balık küçük balığı yer”. “Sürüden ayrılanı kurt kapar”. Ve... “Çocuklar, büyüklerinin sözlerini dinlemelidir!”
“Bedenden doğan ben”, otoriteden aldığını “ben”e maleder. Oynadığı rollere göre davranışları değişirken, bir maskeyi çıkarıp diğer maskeyi takıverir.
Kendi küçük penceresinden gördükleri, her şeyden daha gerçektir. İnanışlarına bu kadar güçlü bağlıyken, duygularını da aynı şiddette güçlü yaşarlar.
Çevrede ne olduğunu, başkalarını, onların sözlerini, yaptıklarını, ettiklerini fazlasıyla önemserler.
Kendi zihinsel kurgularına inandıkları için, çoğu zaman “kurgu zihnini” patron atamıştır. İllizyonlarla beslenen “Hayalet zihin”dir bu... Daha sabah yataktan kalkarken patron komut vermeye başlar. Olur olmaz her şeyin dedikodusunu yapar. İçeride, bizzet kendi içinde, kendi kendini yiyen, kemiren, tüketen bir işleyiş vardır.
“Bedenden doğan ben”, rollerini fazlasıyla önemser. Bir ünüforması varsa örneğin, onunla yatar kalkar. Akademisyense, bu unvanın elinden tutar, düğün derneğe bile onunla gider. Hani, O'na deseniz ki, “Sağlığın mı kariyerin mi?..” İkincisi, deyiverir...
Kendine alışamamış “Ben”ler vardır bir de... Kendine şaşıp kalır. Gelişim seyrinin takipçisidir. Öz eleştiri yapar. Şapkasını önüne alır düşünür. Başını yastığına koyduğu an, kendi vicdanı en yakın arkadaşıdır... “Can çıkar huy çıkmaz”mış, ne gam! Canını da, huyunu da avucunun içine alır. Gözlemler kendini, başka birini izler gibi. Davranışlarının altındaki sebebe bakar. Kendine karşı “dedektif ruhu” geliştirir. Tam yoldan çıkacakken, yakalar kendini: “Hmmm... Heeeyyy... Beni dinle ve dön evine.”
İstese de yapamaz; özü'nden başka yola sapamaz.
Yoldaşıdır kendinin. El verir başkahramanına. Destekler. Açık olmayı sever. Açık yüreklice konuşur kendiyle. Hatasıyla sevabıyla kabul eder olanı biteni. Bu dünyada öğrenilecek ilk şeylerden birinin kendine karşı dürüst davranmak olduğunu bilir. Bu nedenle, başkalarına değil, kendine hesap verir. Kızmaz mı, kızar. Öfkelenmez mi, öfkelenir... Sahteliği gerçeklikle ayırdetmesini de bilir. “Şu şöyle olmalı, bu böyle olmalı” kalıp programlarını kullanmak yerine, akıl ve sağduyu servisi yapar kendine. “Bedenden doğan Ben”in varlığından haberdardır. Sorar, sorgular. Düşünür, uygular. Geçmişin referanslarını, “görme gücü”nü geliştirirken kullanır. Bu nedenle geçmişin sınırlı programı ile hareket etmek hiç ona göre değildir. Çünkü bilir ki, her an dünya yeniden kurulur. An be an gelişen yeni bir gerçekliğin hayatına akışını izler. Oluşumları, saygı ile kabul eder. Çünkü     olan her şeyin ardında şaşmaz bir zeka vardır.

Şu anı ve geleceği biçimlendirirken, “öz”ünden gelen sesi dinler. Ona yol gösteren sezgilerinin takipçisidir.  Buradaki “Öz ben”, kendini bütünden ayırmış bir “Ben” değildir. Ayrıcalık talep etmez. “Beden”ini bir zarf, içindeki “Can”ı yoldaş bilir.
İşte biz, bu ismi, cismi, sıfatı, kimliği, yaşı olmayan “Can”a, “Öz benden doğan Biz”diyoruz.
“Öz benden doğan Biz”, kendi mevcut “Ben”ini “Biz” üzerinden değerlendirir. “Biz”in ifade şekli, her bir otantik “Ben”in “Bütün”içinde “Bir”olduğu hakikatidir.
Kendi ile iletişimdedir. İçindeki dünyanın, dışarıdaki dünyaya yanısımalarının farkındadır.
Bilir: Kendini tanımak, öz varlığını anlamaktır.
Kendi üzerinde çalışmak, öz varlığını güçlendirmektir. Çalışma derinleştikçe, kazılar sırasında, “derin bilge” tarafa, “öz ben”e ulaşılır. Bu, insanın somut olarak “görünen taraf” ile “görünmeyen taraf”ın farkına varmasıdır.
“Öz-Ben ” ile “Sonradan edinilen ben”in ayırdına varmak; çatışmayı durdurur, içsel barışı getirir.
Farkedilir ki:  “Sonradan edinilmiş Ben” (aile, okul, arkadaşlar, sosyal çevre vb. kanallardan) düşünceler yoluyla kendini programlamıştır. Bu, bir bilgisayarın programlanması gibidir. “Sonradan edinilen ben”, inandıkları ile “Ben”leşmiştir.
 Fakat içinizde bir taraf, bunun gerçeği yansıtmadığını bilmektedir. Bu durumun değişmesini istemektedir. Bu değişim fikrini başlatan siz ile değişmeye direnen siz arasında ciddi bir çatışma hali baş göstermiştir. İki tarafı da olduğu gibi görmeye, kabul etmeye, denegede tutmaya, dengeleri korumaya, bilinci ve sağduyuyu egemen kılmaya ihtiyaç vardır.
Kendi üzerinde çalışan insan;  kendiyle giderek daha esnek, daha anlayışlı iletişim kurmaya başlar. Anlayış, bilincin kardeşidir.
Keşif defteri
“Bedenden doğan Ben” ya da “Sonradan edinilen Ben” tarafını gözlemle...
Hangi durumlarda onun etkisi altındasın?
“Sonradan edinilen” düşünce ve davranışları gün ışığına çıkar. Ve üzerinde çalış.
“Ben...” diye başladığın niyet ve kararlarını izle. “Biz”den kopuk mu?..

“Öz'den doğan Biz” olmayı deneyimlediğin süreçleri bul.
“Öz'den doğan Biz” olma hali içindeki süreçler nasıl sonlanıyor?
Bu durumda kendini nasıl hissediyorsun?
Onları hayatında çoğaltmak için neler yapabilirsin?

22 Eylül 2012 Cumartesi

Yoga ve Zihin Sağlığı -  Begüm Boduroğlu 
Yoga, dışarıdan bakıldığında fiziksel duruşlardan ibaret gibi gözükür. Yogaya yeni başlayan birinin, değişimi sadece bedeninde gözlemlemesi de çok doğaldır. Çünkü; yoganın beden, zihin, ruh bütünlüğünü sağlayabilmesi için kişiden kişiye göre değişen zamana ihtiyaç vardır.     
       İnsanın bedenindeki gerginlikler, rahatsızlıklar ya da nefesindeki düzensizlikler sadece bedenini değil, birbiriyle etkileşim içinde olduğundan zihnini de etkiler. Yoga bütünsel anlamda kişinin rahatlamasını sağlar. Diğer yönden bakacak olursak zihnimiz ne kadar çok düşünce ile dolu olursa, bu da bedeni o kadar gerecektir. Asanalar ile daha rahat, esnek ve sağlıklı bir beden; yoganın ve meditasyon çalışmalarının kazandırdığı içe dönüş ve konsantrasyon ile daha zinde bir akıl sağlanır. Bu da düşünce sayılarının ve hızının azaltılabilmesi ve istediğimiz zaman istediğimiz şeyleri düşünme yetisi kazanmak ile mümkün olur.
       Günümüzde dışa dönük olmak, konuşkan ve sosyal olmak; birçok işi aynı anda yapabilmek, hızlı olmak gereken vasıflar gibi gösterilmektedir. Ancak tüm bunlar, kontrolümüzden çıktığında bizi mutlu etmek yerine kendimizi unutturan ve tatminsizliğe sürükleyen faktörler olmaktadır. Yoga görüşüne göre dışarıda aranan mutluluk, ‘gerçek mutluluk’ değildir. Ve her istek, yerini yeni bir isteğe bırakacağı için dışarıda aranan mutluluk uzun sürmeyecektir. Yogada istenilen; kişinin hayatın dışında kalması değil, hayatın akışı içinde uyum sorunu yaşamadan, doğru kararları zamanında verebilecek akıl sakinliğinde ve huzurunda kalabilmesidir.
       Tüm bu bahsedilen süreçlere yanıt olabilmesi için, yoganın kişinin hayatında kalıcı bir yer edinmesi gerekir. Düzenli yoga çalışmalarını uygulayan bir birey, kendi için doğru zaman geldiğinde beden sağlığı kadar zihin sağaltımını da yapabilmiş ve zihnini kendi iyiliği için çalıştırmaya başlamış olacaktır.

21 Eylül 2012 Cuma

 Yaşlanmayan tek şey... -  Hidayet Şahin
 İnsanda yaşlanmayan tek şey nedir?
 İnsan da dahil bütün canlılar biyolojik açıdan doğarlar, yaşarlar ve ölürler.     Doğumla ölüme geçen süreçte ise sürekli yaşlanma gözlemlenir ve bu yaşlılık   sonucunda da ömür dolar ve ölünür.

 Peki nasıl olur da insanın yaşlanmayan bir durumu olur. Vücudun bütün hücreleri bu süreci yaşarken böyle bir şeyin olması nasıl açıklanabilir?

 İnsanda yaşlanmayan bir duygu vardır. Gönül hiç yaşlanmaz. Bu nedenle  hayata gönül penceresinden bakabilen insanlar her zaman mutlu olurlar. Her  yaşaın kendine göre bir güzelliği var, denmesinin degönül penceresinden bakıldığında mümkün olduğunu görürüz. Gönül yaşama arzusunu barındırır.

Eğer yaşama saçım dökülmüş, beyazlamış, cildim kırışmış, belim eğilmiş gibi bakarsanız mutlu olmanız çok zor. Ama beyazlamış saçların tecrübeyi, kırışmış cildin yaşamla mücadelenin resmini, eğilmiş belin insanlığa saygı selamı vb. olduğunu düşünürsek her zaman mutlu oluruz. Buna da hayata gönül penceresinden bakmak denir.
Allah, yere göğe sığmam ancak bir insanın gönlüne sığarım demiştir. Kim bilir, belki de gönül yüzünden hiç yaşlanmıyoruzdur.

Hidayet Şahin'in eseri: İnsanla Başa Çıkma Yöntemleri

19 Eylül 2012 Çarşamba

Yoga'da Zihnimiz için Ahimsa ve Tapas


Yoga'da Zihnimiz için Ahimsa ve Tapas Begüm Boduroğlu  15/05/2011

Yama ve niyama; kişinin bedenini ve zihnini arındıran yoganın başlangıç, temel bölümüdür. Ahimsa yamalardan biri olup, şiddetsizlik anlamına gelir. Yoga, şiddetsiz bir yaşamı öngörür. Bedenimize uyguladığımız şiddet kadar, farkında olarak ya da olmayarak zihnimize uyguladığımız şiddet de bizim ruhsal gelişimimize büyük engeller koyar.       Niyamalardan Tapas ise ateşli çaba anlamına gelmektedir. Zihnimizi kendi iyiliğimiz için doğru şekilde kullanmak adına çaba göstermeyi ifade eder. Aynı zamanda, bireye herhangi bir yararı olmayan düşünce, arzu ve istekleri de yakmak demektir. Tapasın yakma veya temizleme etkisi, zihni iyi tutmakla ilgilidir.
        Bizi yeni bir şeyler denemekten alıkoyan, günlük yaşantımızda yapmakta mecbur hissettiğimiz eylemler, geçmiş referanslara takılı kalmak gibi birçok etken zihnimiz için bir şiddettir. Yaşam akarken çoğu zaman aynı şeyleri yaptığımızın, kendimiz için değişiklikleri seçmediğimizin farkında olmayabiliyoruz. Bunun için yeni insanlar, yeni tatlar, yeni yerler denemekten ve zihnimizi şaşırtmaktan korkmamalıyız. Böylece zihnimizin öğrenmesini ve kendini geliştirmesini sağlayabiliriz.
         Geçmişe takılıp kalmak da zihin için ciddi bir şiddettir. Geçmiş hep var ve var olacak. Onu silip atmak söz konusu değil. Geçmişimiz ile bütünleşebilmeli, başımıza gelenlerden gereken dersleri çıkarmalı ve bize yaşattıkları için geçmişimize teşekkür edip, onu orada bırakabilmeliyiz. Bu; içinde bulunduğumuz anı çok daha rahat yaşayabilmemizi, keyfine varabilmemizi, anda kalabilmemizi ve hayatı daha iyi özümseyerek yol alabilmemizi sağlayacaktır. Geçmişteki deneyimlerimize bağlı kalmak bize yeni deneyimleri yaşamak adına şans tanımayacaktır. Ayrıca geçmiş tecrübelerimiz insanların, davranışların, doğanın değiştiğini görmemizi engelleyecek ve eski duygularımızla gösterdiğimiz tepkiler de çok daha abartılı ya da yersiz olabilecektir. Geçmişin tozlu raflarından uzak kalıp, geleceğin parlak ışığına kapılmadan anın gerçekliğinde kalabilmek için çaba gösterebiliriz.
          Kendimizle, sevdiklerimizle, iş yaptığımız kişilerle sürekli iletişim içindeyiz. Bu yüzden neyi nasıl söylediğimiz önemlidir. İyi iletişim kurmayı bilmek gerçekten mucizeler yaratır. Ve bu, öğrenilebilen bir şeydir. Bunun için çaba sarfediyor olmak kendimizi, duygularımızı daha iyi ifade etmek ve başkalarını da daha iyi anlıyor olmak demektir. Çünkü karşımızdakine ne söyleyeceğini belirten aslında bizim sözcüklerimizdir. Socrates’in dediği gibi söylemek istediklerimizi üç ayrı elekten-gerçeğin, iyiliğin ve yararlılığın eleğinden geçirmiş olursak bizi herkes dinler.
           Yoga; tam olabilmenin ve hissedebilmenin yolunun beden, zihin, ruh bütünlüğünden geçtiğini söyler. Hayatımızdaki birçok şey için çaba sarfediyorken, varlığımızı borçlu olduğumuz bedenimizin yanı sıra zihnimize de şiddet uygulamıyor olmak ve onun iyiliği için çaba gösteriyor olmak bütünlüğümüz için önemlidir.

18 Eylül 2012 Salı

Yaşam Koçluğu Sertifika Programı

Yaşam Koçluğu Sertifika Programı

Etkin İnsan Gelişim Enstitüsü 12 yıldır bireysel ve kurumsal gelişim alanında çalışan bir kurum olup, 7 yıldır Koçluk alanında eğitimler vermektedir.

Ege Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi ile işbirliği içinde geliştirmiş olduğumuz Yaşam Koçluğu Sertifika Programı, Koçluk alanında profesyonel bir kariyer hedefi olanların,  "yetkin"liklerini başarı ile oluşturabildikleri ve sürdürebildikleri bir eğitimdir. 

Kurum olarak Koçlarımızla sadece eğitim boyunca değil, eğitim sonrasında süpervizyon desteğimizle yol arkadaşı olduğumuzu özellikle hatırlatmak isteriz.


Öğrenme ortamlarını çoğaltmak ve paylaşmak dileğiyle
Sevgi ve saygılarımızla...
 Eğitim tarihleri:
1. Modül: 18-19-20-21 Ekim
3. Modül: 17-18-24-25 Kasım
4. Modül:  15-16-22-23 Aralık 2012 

Erken Kayıt İndiriminden Yararlanmak İçin Son Kayıt Tarihi: 20 Eylül 2012

Detaylı bilgi ve kayıt için: 0232 465 35 23 info@etkininsan.com



Eğitim hakkında detaylı bilgiye ulaşmak için tıklayınız.

Biz Kimiz?


ETKİN İNSAN GELİŞİM ENSTİTÜSÜ



Öze Saygı:
Herşeyin içindeki öze,insan potansiyeline,
insan varlığına derin saygı ve sevgi...

Yaratıcılık:
Üretmek ve var oluşu hissetmek,

Değişim-Yenilenmek:
Evrenin değişmeyen yasası "değişim" dinamikleri ile frekans ayarı... Her an güncellenmek...

Sorumluluk:
İşini çok iyi yapmak

Dürüstlük:
Yaşam yolumuz

Bütüne Hizmet:
Bize lütfedilmiş olan dehayı, insanlığa armağan etmek.Her insan varlığı ve organizasyon yapısı, potansiyelini insanlık yararına kullanması durumunda kendi varlık sebebine ve bütüne hizmet eder.

Etkin İnsan Enstitüsü, “insan” odaklı bir yaklaşımla, eğitim çözümleri sunmak üzere 2000 yılında İzmir'de kurulmuştur.

Etkin İnsan Enstitüsü; birey ve organizasyonların öz potansiyellerini açığa çıkararak, vizyonları doğrultusunda kendilerini ileri taşımalarında yaratıcı çözümler geliştiren, uygulayan,çözüm ortaklığı yapan bir organizasyondur.

Birey ve organizasyonların çözümlemek istedikleri her konuda, spesifik olarak tanımlanmış, somut olarak belirlenmiş bir noktadan ulaşılmak istenen hedef ya da vizyona ulaşılmasında yol arkadaşlığı yapan bilinç girişimidir.