24 Eylül 2012 Pazartesi

Kendine Alışanlar ve Alışamayanlar -  İsmail Barış Özpazarcık  
İnsanın “Kendi üzerinde çalışması”, kendine bir türlü alışamamasıdır.
“Kendi” diye bildiği, tanıdığı yönlerine, gözlemleyen bir bilinçle eğilir, araştırır, öğrenemeye çalışır.
“Ben” dediğin kim?
Hangi “Ben”den söz ediyoruz, hakikaten?
Hangi “Ben” iktidarda, hangisi “muhalefet”yapıyor?
Kimin kime sözü geçiyor?
Kimi dinleyip, kimin aklına uyuyorsun?
Hangi akla hizmet ediyorsun?
Seni senden çok tanıdığını düşünenler mi, senin üzerinde söz sahibi?
Yoksa... “Bir ben var, benden içeri” diyen tarafına yönelip, sorumluluğu ona mı veriyorsun?..
“Ben-İnanış Programı”nı tanımak, “Benlik” algısını anlamaktır.
Öyle ya, bir “Ben”e hizmet edeceksen, hangi “Ben”i güçlendireceğini bilmelisin.
İnsanoğlunun milyonlarca yıllık yolculuk serüveninde, bu ikisi birbirine karışmıştır.
Şu anda elimizde, miras olarak alınmış, “üzerine konulmuş”, “altında kalınmış”, altı-üstüne gelmiş bir “Ben” vardır.
“Sen”lerden kırpıp kırpıp yıldız yapılmış bir “Ben”dir bu...
Biz buna, “Bdenden doğan-Ben” diyelim...
Bunlar, bay ve bayan “Gerçek” olarak algılamışlardır kendilerini. Kanıksamış ve kendilerine fazlasıyla alışmışlardır.
Onları nasıl tanırsınız?
“Sen şöyle şöylesin... Bense böyle böyleyim...” şeklinde inanışlarını dile getirirken tek gerçekliğin bu olduğuna kitlenmişlerdir.
“Ben...” derken inanç doludurlar. Gurur doludurlar.
Oluşturdukları “Ben” konseptinin içinde, inandıkları hikayeleri vardır. Hesapları, kitapları, dayanakları, korunakları, beklentileri çerçevesinde şekillenmiştir her şey. İnandırdıkları hikayelerinin sonucu olarak ya “kurban” ya “masum”, ya öyle, ya böyledirler.

“Gerçeklik” dediğimiz gerçekten de değişkendir. Ve bir bakarsınız; size anlatılan masallar sizin hikayeniz oluvermiştir! Hikayenizse, gerçekliğiniz!..
Bu, “Bedenden doğan ben”in pek değişmeyen hikayesidir aslında. Dünyanın hikayesinden payına düşeni alır. Bildik kalıplardır bunlar: “Büyük balık küçük balığı yer”. “Sürüden ayrılanı kurt kapar”. Ve... “Çocuklar, büyüklerinin sözlerini dinlemelidir!”
“Bedenden doğan ben”, otoriteden aldığını “ben”e maleder. Oynadığı rollere göre davranışları değişirken, bir maskeyi çıkarıp diğer maskeyi takıverir.
Kendi küçük penceresinden gördükleri, her şeyden daha gerçektir. İnanışlarına bu kadar güçlü bağlıyken, duygularını da aynı şiddette güçlü yaşarlar.
Çevrede ne olduğunu, başkalarını, onların sözlerini, yaptıklarını, ettiklerini fazlasıyla önemserler.
Kendi zihinsel kurgularına inandıkları için, çoğu zaman “kurgu zihnini” patron atamıştır. İllizyonlarla beslenen “Hayalet zihin”dir bu... Daha sabah yataktan kalkarken patron komut vermeye başlar. Olur olmaz her şeyin dedikodusunu yapar. İçeride, bizzet kendi içinde, kendi kendini yiyen, kemiren, tüketen bir işleyiş vardır.
“Bedenden doğan ben”, rollerini fazlasıyla önemser. Bir ünüforması varsa örneğin, onunla yatar kalkar. Akademisyense, bu unvanın elinden tutar, düğün derneğe bile onunla gider. Hani, O'na deseniz ki, “Sağlığın mı kariyerin mi?..” İkincisi, deyiverir...
Kendine alışamamış “Ben”ler vardır bir de... Kendine şaşıp kalır. Gelişim seyrinin takipçisidir. Öz eleştiri yapar. Şapkasını önüne alır düşünür. Başını yastığına koyduğu an, kendi vicdanı en yakın arkadaşıdır... “Can çıkar huy çıkmaz”mış, ne gam! Canını da, huyunu da avucunun içine alır. Gözlemler kendini, başka birini izler gibi. Davranışlarının altındaki sebebe bakar. Kendine karşı “dedektif ruhu” geliştirir. Tam yoldan çıkacakken, yakalar kendini: “Hmmm... Heeeyyy... Beni dinle ve dön evine.”
İstese de yapamaz; özü'nden başka yola sapamaz.
Yoldaşıdır kendinin. El verir başkahramanına. Destekler. Açık olmayı sever. Açık yüreklice konuşur kendiyle. Hatasıyla sevabıyla kabul eder olanı biteni. Bu dünyada öğrenilecek ilk şeylerden birinin kendine karşı dürüst davranmak olduğunu bilir. Bu nedenle, başkalarına değil, kendine hesap verir. Kızmaz mı, kızar. Öfkelenmez mi, öfkelenir... Sahteliği gerçeklikle ayırdetmesini de bilir. “Şu şöyle olmalı, bu böyle olmalı” kalıp programlarını kullanmak yerine, akıl ve sağduyu servisi yapar kendine. “Bedenden doğan Ben”in varlığından haberdardır. Sorar, sorgular. Düşünür, uygular. Geçmişin referanslarını, “görme gücü”nü geliştirirken kullanır. Bu nedenle geçmişin sınırlı programı ile hareket etmek hiç ona göre değildir. Çünkü bilir ki, her an dünya yeniden kurulur. An be an gelişen yeni bir gerçekliğin hayatına akışını izler. Oluşumları, saygı ile kabul eder. Çünkü     olan her şeyin ardında şaşmaz bir zeka vardır.

Şu anı ve geleceği biçimlendirirken, “öz”ünden gelen sesi dinler. Ona yol gösteren sezgilerinin takipçisidir.  Buradaki “Öz ben”, kendini bütünden ayırmış bir “Ben” değildir. Ayrıcalık talep etmez. “Beden”ini bir zarf, içindeki “Can”ı yoldaş bilir.
İşte biz, bu ismi, cismi, sıfatı, kimliği, yaşı olmayan “Can”a, “Öz benden doğan Biz”diyoruz.
“Öz benden doğan Biz”, kendi mevcut “Ben”ini “Biz” üzerinden değerlendirir. “Biz”in ifade şekli, her bir otantik “Ben”in “Bütün”içinde “Bir”olduğu hakikatidir.
Kendi ile iletişimdedir. İçindeki dünyanın, dışarıdaki dünyaya yanısımalarının farkındadır.
Bilir: Kendini tanımak, öz varlığını anlamaktır.
Kendi üzerinde çalışmak, öz varlığını güçlendirmektir. Çalışma derinleştikçe, kazılar sırasında, “derin bilge” tarafa, “öz ben”e ulaşılır. Bu, insanın somut olarak “görünen taraf” ile “görünmeyen taraf”ın farkına varmasıdır.
“Öz-Ben ” ile “Sonradan edinilen ben”in ayırdına varmak; çatışmayı durdurur, içsel barışı getirir.
Farkedilir ki:  “Sonradan edinilmiş Ben” (aile, okul, arkadaşlar, sosyal çevre vb. kanallardan) düşünceler yoluyla kendini programlamıştır. Bu, bir bilgisayarın programlanması gibidir. “Sonradan edinilen ben”, inandıkları ile “Ben”leşmiştir.
 Fakat içinizde bir taraf, bunun gerçeği yansıtmadığını bilmektedir. Bu durumun değişmesini istemektedir. Bu değişim fikrini başlatan siz ile değişmeye direnen siz arasında ciddi bir çatışma hali baş göstermiştir. İki tarafı da olduğu gibi görmeye, kabul etmeye, denegede tutmaya, dengeleri korumaya, bilinci ve sağduyuyu egemen kılmaya ihtiyaç vardır.
Kendi üzerinde çalışan insan;  kendiyle giderek daha esnek, daha anlayışlı iletişim kurmaya başlar. Anlayış, bilincin kardeşidir.
Keşif defteri
“Bedenden doğan Ben” ya da “Sonradan edinilen Ben” tarafını gözlemle...
Hangi durumlarda onun etkisi altındasın?
“Sonradan edinilen” düşünce ve davranışları gün ışığına çıkar. Ve üzerinde çalış.
“Ben...” diye başladığın niyet ve kararlarını izle. “Biz”den kopuk mu?..

“Öz'den doğan Biz” olmayı deneyimlediğin süreçleri bul.
“Öz'den doğan Biz” olma hali içindeki süreçler nasıl sonlanıyor?
Bu durumda kendini nasıl hissediyorsun?
Onları hayatında çoğaltmak için neler yapabilirsin?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder